top of page
Rıdvan Demir

İSLAM’IN GÜLER YÜZÜ




PROF. DR. EVA DE VITRAY MEYEROVITCH

ŞULE YAYINLARI

ÇEVİREN: Cemal Aydın

NİSAN -2000


KİTAP ÖZETİ


İSLAM'IN GÜLER YÜZÜ


İÇİNDEKİLER


Sayfa No

A. Hayatı ve Müslüman Oluşu

1. Kısa Hayatı

2. Mevlana ve Mesnevisi

3. İslam’a Geçiş Dönemi ve Tereddütleri

4. Müslüman Oluşu ve Hissettikleri


B. İslam Dini Hakkındaki Görüşleri

1. İman Konuları

2. İbadet Konuları

3. Hoşgörü Dini

4. Cihad Dini

5. Dini Birliktelik

6. İslam’da Kadın

aa. Kadın ve Toplumdaki Yeri

ab. Çok Eşle Evlilik

ac. Boşanma

ad. Miras

ae. Örtünme

af. Recm

ag. Şahitlik


C. Hristiyan Dini Hakkındaki Görüşleri

1. Hz. İsa

2. Teslis ve “Raşa”

3. İnsanbiçimcilik

4. Hz. Meryem

5. İnciller

6. Konsiller ve İnanç Sapmaları

D. Sonuç



GİRİŞ


"İslam'ın Güler Yüzü" kırk yaşında İslam diniyle tanışmış bir hanımefendinin din perspektifinden hayatını, özellikle de fikir ve gönül hayatını içeren, ropörtajdan yazıya dönüştürülmüş bir kitaptır.


1909 yılında Fransız bir ailenin çocuğu olarak doğan Eva Hanım (Eva de Vitray-Meyerovitch) katolik ve aristokrat olarak yetiştirilir.Latince-Grekçe bölümünü bitirerek liseden mezun olur.Ardından Hukuk tahsilini tamamlar ve Felsefe doktorası yapar.


Bu yılları hep kilisede ve rahibelerin içinde geçer.Kafasını meşgul eden onca soruya alabildiği tek cevap, çoğu kez "Allah'a dua et de sorularını gidersin" şeklinde olunca artık gönlüde rahatsız olmaya başlar.Felsefe doktorasıyla da aklı iyice karışan Eva Hanım konsillerin aldığı kararlara uymak zorunda olmasından duyduğu büyük bir rahatsızlıkla artık bir arayışa girmeye karar verir.Bu ilginç dönem bir anlamda Eva Hanım'ın iki din arasında kaldığı üç yıllık bir süreçtir.


Sorbonne Üniversitesi Hocalarından Protestan bir profesörden üç yıl "kelime kelime İncil dersleri" ve "tefsir dersleri" alır.Üç yılın sonunda derslerin bitiminde Eva Hanım "sorularım daha da arttı" der.Konsil kararları ,teslis inancı, Hz.İsa'nın Allah'ın oğlu olduğu,Meryem'in Allah'ın annesi oluşu aklına takılan ve bir türlü cevap bulamadığı sorulardan bazılarıdır.Zaten dersler boyunca kendisinden hep itirazlar yükselir.Sonunda Eva Hanım, Hıristiyanlığın İslamdan üstün bir din olmadığına karar verir. Ve günün birinde eski bir dostunun hediyesi bu fırtınalı gönlü sükuna erdirir.Bu hediye Doktor Muhammed İkbal'in "İslam'ın Yeniden İnşası" isimli eseridir.Sanki bir anda tüm sorularına yanıt bulduğu hissine kapılan Eva Hanım,bahsi geçen kitapta adı ve şiirleri sıksık geçen Mevlana'dan çok etkilenir.Bu Mevlana hiç kuşkusuz Mevlana Celaleddin-i Rumi'dir. Bildiği dillerde birkaç satır şiirinden başka hiçbir yapıtını bulamadığı Mevlana'nın -aldığı üç yıllık Farsça derslerden sonra- 50.000 mısralık mesnevisini tarihte ilk defa Fransızcaya kazandırır.Daha sonra sırayla Mevlana ve İkbal'in hemen her eserini Fransızcaya tercüme eder.Artık Eva Hanım'ın ruhu sükuna ermiş ve müslüman olmuştur.Canından çok sevdiği Mevlana’sını ise şeyhi ve yol göstericisi olarak görmektedir.Arap dünyasına yaptığı seyahatlerden birinde Ezher Üniversitesinden bir Profesör müslüman ismi olup olmadığını sormuş,hayır cevabını aldığında da artık adının Kur'an'da geçen Havva olması gerektiğini söylemesi üzerine, bunu zaten çok önceden rüyasında bir mezar taşının üzerinde"Hawa" şeklinde gördüğünü söylemiş ve bu ismi kabul etmiştir.Artık Eva Hanım, Havva Hanım olmuştur.


Havva Hanım önceki dininden pek de bir şey kaybetmeden İslam'a girdiğini, İslam'ın, önceki dinlerin orjinal şekillerini kabul ettiğini dile getirir.


İman konularının en önemli konular olduğunu,ibadetlerin ise şekil ve ritüellerden ibaret olduğunu dile getirir.Her dinin kendi içinde öze inmesini ve bu şekilde ilerlemesi gerektiğini kabul eder.İslam'ın bir cihad ve savaş dini olduğu sorulunca, aslında İslam'ın hoşgörü ve tasavvuf dini olduğunu, Hıristiyanların konsillerde alınan kararlarla binlerce kişiyi afaroz edip katlettiğini,haçlı seferlerinin unutulmaması gerektiğini söyler.Ayrıca bu meselede ne kadar ileri gidilirse yanlış anlaşılmaların o kadar arttığına değinir.Havva Hanım'a göre aslolan “dini birlikteliktir” ve tüm dinlerin sevgi ve höşgörü ile ortak bir noktada buluşması gerektiğidir.


Kitabın en ilginç ve zorlu bölümü ise hiç kuşkusuz röpörtajcının "şeytanın avukatlığına soyunmak istriyorum" diye başladığı onbirinci bölümdür. Bu bölüm özellikle “İslam'da kadın” konuludur. Havva Hanım İslam'da kadının toplumdaki yeri hakkında yanlış anlaşılmaların mevcut olduğuna değinir. İslam ülkelerinin birbirlerinden farklılıklar arzettiğini,her batılı kadın ahlaksız telakki edilemeyeceği gibi,her doğulu müslüman kadının da toplumda ait olduğu yere sahip olmadığını düşünmenin yanlışlığına değinir.Ayrıca bu hususta toplumların uygulamalarına değil kutsal metinlerde neler bulunduğunun önemli olduğunu vurgular.Çok eşle evliliğin emir ve yaptırım olmadığını,sadece zor durumlarda kullanılabilecek bir ruhsat olduğunu,zaten Kur'an'ın da tek eşle evliliği tavsiye ettiğini bir ayetle delillendirir.Boşanma hakkında ise İslam'ın kadına da -nikah akdi yapıldığı esnada söylemek şartıyla- hak tanıdığını oysa katoliklikte ise kadının böyle bir hakkının hiç olmadığını ifade eder.Ayrıca miras,örtünme,recm,şahitlik hakkında sorulan sorulara da son derece ilginç ve doyurucu cevaplar sunar.


Havva Hanım'ın Hıristiyanlık hakkındaki görüşleri ise tam anlamıyla okumaya değer...Hz.İsa'nın semaya kaldırılması olayına getirdiği enteresan yorumlar, teslise (üçleme) bakış açısı, Allah'ın üç tanrıdan oluşmuş tek bir tanrı oluşunu,"üç ama bir" anlayışının hiç bir müslümanın anlayamayacağı girift ve komplike bir konu olduğunu ifade eder. İslam'da ise Allah'ın tek ve ortaksız, mutlak bir güç olduğuna değinir. Racha'(raşa) konusuna da değinen Havva Hanım raşa'nın (Hıristiyanlıkta; Hz. İsa'nın kendini feda etmesiyle bütün insanlığın kurtulması doktrini) İslami açıdan imkansızlığına değinir. Ayrıca insanbiçimciliğe (Allah'ı insan şeklinde tahayyül etmek), Hz.Meryem'in Allah'ın annesi oluşuna, incillerin orjinalliğine, konsiller ve inanç sapmalarına ait konulara da son derece tatminkar yaklaşımlarda bulunur.


1999 yılında,doksan yaşında Hakk'a kavuşan bu hanımefendinin, bu seviyede bir İslam anlayışına ulaşması takdirlerin çok üzerindedir.Katolik ve aristokrat bir aileden dünyaya gelen ve kırk yaşlarında islamı seçen bu azize hanımefendi adına fransız müslümanlar "HAWA MAGAZİNE" isimli bir dergi çıkarmaktadır.


"İslam'ın Güler Yüzü" ; Nisan-2000 tarihli olup, İstanbul baskısıdır.”ŞULE” yayınlarından çıkan kitap özellikle hanımlar ve dinler tarihçiler için oldukça önemli bilgiler içermektedir. Kitabı çok farklı ve ilginç kılan şey, batılı bir hanımefendinin ortadoğudan çıkan bir dini tercih etmesidir. Hiç kuşkusuz kitabı daha ilginç kılan şey ise, bu dine batıdan bakan bir kimsenin bu dinin evrensel olduğunu görebilmesidir...


Bir giriş, 3 ana bölüm, bir sonuç olarak planladığımız bu çalışmamız hakikatı arayan bir hanımefendinin gerçek yaşam öyküsünden derlenerek oluşturulmuştur. Kitap, röportajdan çevrilerek oluşturulduğundan okuyucuya bigilendirme şekli daima soru- cevap tekniğiyle olmuş, bu da kitabın üzerinde rahat bir çalışma yapmayı kısmen olumsuz yünde etkilemiştir. Soruların farklı açılardan, değişik yerlerde, farklı kişiler tarafından, değişik zamanlarda soruluşu derli toplu bir çalışma yapmayı daha da zor kılmıştır. Fişleme tekniğiyle 1,5 aylık bir çalışma sonucu tasnifler yapılmış ve çalışmaya en son şekli verilmiştir. Birinci bölümde Eva Hanım’ın hayatı ve müslüman oluşu, ikinci bölümde İslăm dini hakkındaki görüşleri, üçüncü ve son bölümde de eski dini olan Hristiyanlık dini hakkındaki görüşleri serdedilmeye çalışılmıştır. Okuyucuya kasis oluşturmamak ve konu bütünlüğüne engel olmamak için iki din arasındaki karşılaştırmaları ise tüm çalışmaya eşit olarak dağıtışmıştır.


A.HAYATI ve MÜSLÜMAN OLUŞU


1. KISA HAYATI


Eva Hanım, 1909 yılında Fransa’da doğar. Aristokrat ve koyu katolik bir ailenin çocuğu olmakla birlikte, eğitim hayatı da bu çizgide geçer. Rahibelerin yanında yetişir. Oldukça can sıkıcı olduklarını söylediği bu rahibelerden bir tülü sorularına cevap bulamaz.


İlk olarak Boulogne ( Bulony ) ‘ da, yüksek tabaka kızlarının okuduğu bir yatılı okulda okur. Daha sonra, ikinci kez annesiyle Paris’e yerleşirler. Böylece Notre- Dame Kilisesi yakınındaki bir kolejde eğitimini sürdürür. Burası, iyi aile kızlarının devam ettiği ve ortamın oldukça gelenkçi olduğu bir kurumdur. Burası Eva Hanım’a göre geleneklerin bile ötesinde, kalıpların içinde bir yerdir. 18 yaşında, Cermelite tarikatından bir rahibe olmayı düşündüğünü, ancak çok kötü bir rahibe olabileceğini tahmin ettiğini söyler.


Daha sonra tahsilini bitirip, Latince- Grekçe bölümünde bitirerek liseden mezun olduğunu, sonra hukuk tahsili tamamladığını, ardından felsefe doktorasına başlar.


II. Dünya Savaşında yahudi olan mühendis eşi askere gitmek zorunda kalır ve eşiyle dört yıl bağlantısı kesilir. Bu dört yıl savaş yıllarıdır ve elinde çocuğuyla büyük zahmetler ve eziyetler çeker.


Daha sonraki yıllarda C. N. R. S. ( Bilimsel Araştırmalar Milli Merkezi ) ‘ de bir sınava girer ve sınavı kazanır. Burada yukarda bahsettiği felsefe doktorasında “ Eflatun’da simgecilik ( sembolizm ) ” konusunu işler. Aynı zamanda bu yıllarda merkezde çeşitli kademelerde yöneticilik hatta vekil müdürlüğü yapardı. Bu dönemler daha ilmi faaliyetler, tercümeler ve dünyanın değişik yerlerinden gelen yüksek şahsiyetlerle tanışma olarak geçer. Hatta bu dönemde “Gandhi” ile tanışır.


İlmi hayatının bu ilk yıllarından sonra 1969’da Arap Alemine seyahatlar yapar ve çok sevdiği Mısır’da beş yıl kalarak Ezher Universitesinde fahri profesör olarak dersler okutur. Daha pek çok seyahatlar yapan Eva Hanım’ın en sevdiği ülke Türkiye, en çok sevdiği şehir ise Konya’ dır. Zira merkezde geçirdiği yıllarda İkbal’ın bir kitabı ( İslam düşüncesinin yeniden inşası ) bir arkadaşı tarafından kendine hediye edilir. Okur, etkilenir, Mevlana’dan alıntıların bulunduğu pasajlar tabir yerindeyse kendini büyüler. İlerde anlatacağımız üzere müslüman olur.


Kırk kadar esere imza atan Eva Hanım pek çok telif ve tercüme yapmış, pek çok üniversitede dersler ve konferanslar vermiştir.


Kitapta geçtiği kadarıyla Fransızca, İngilizce, Frasça, Grekçe- Latince olmak üzere beş dil bilmektedir.


Prof. Dr. Eva de Vitray- Meyerovitch, müslüman adıyla Havva Hanımefendi, ömrü boyunca aradığı sorulara cevap bulmuş, 24 Temmuz 1999’da rahmet- i Rahman’a kavuşmuştur. Mevlana’yı şeyhi olarak görür. Mesnevi isimli 50,000 mısralık aşk şarkısını üç yıl Farsça eğitim alarak Fransızcaya kazandırmıştır. Mevlana’nın ve Muhammed İkbal’in hemen her eserini Fransızcaya tercüme etmiştir.


2. MEVLANA ve MESNEVİSİ


13. yy’ da yaşayan Mevlana, Eva Hanım için bir “aşk sultanı”dır. O’nun sözleri kadar bakış açısının sevgi ve hoşgörü merkezli oluşu, tüm canlılara olan şefkati de son derece önem arzeder.


Mevlăna’nın çağdaşı olan Aziz Fransuva’nın yaşama ve tüm objelere bakışındaki ortak yanlardan bahseder. Mevlana, kendi ifadesiyle “ tek görevinin uyuyan ruhları uyandırmak olduğunu” söyler. Bu Eva Hanım’ı adeta büyüler. Mevlana’nın daha 13. yy’ da yaşayan bir mutasavvuf olarak atomların içinde çekirdek ve çevresinde dönen gezegenlerden, tekamülden, onuncu gezegenden bahsedişine hayran kalır.


Mevlăna’nın eserlerini çevirdikten sonra Mesnevi’yi bir çevirmen gözüyle değil, artık bir mürid gözüyle okuduğu, Mevlăna’nın çocukluktan itibaren sŭfi olduğunu, üstadı Şems-i Tebrizi ile inzivaya çekildikten sonra “ Hayatım üç kelimeden ibaret : Hamdım, piştim, yandım ” demesine değinir.


Mevlăna, Şems-i Tebrizi’den başka iki şeyhinin daha olduğunu kabul eder. Bunlar; Attar ve Senci’ dir. Attan için “ tasavvufun ruhu ” , Senci için “ gözleri ” , “ Ben sadece onların izini takip ettim ” der. Her ikisinin de şair olmasının bir tesadüf olmadığına değinir ve Eva hanım bu iki şahsiyetten uzun uzun alıntılar yapar.


Şems-i Tebriz’in, Mevlăna’nın talebeleri tarafından katledilişinden, öldürüldüğü ve tuzağa düşürüldüğü yerlerde yaşadığı ruhi tecrübelerden ( birkaç m2 ’ lik yerde kasırga olması, ayrıca birkaç m2 ’ lik başka yerde kendini çok kötü hissetmesi ve bunların tuzağa düşürüldüğü ve öldürüldüğü yer olduğunu söylemesi ve öyle çıkması ) bahseder.


Mevlăna’nın gömüldüğü yerin, yani türbesinin Konya’nın kalbi olduğu, yanında rivayetlere göre – ki eserinin devam ettiricisidir - cennetin kapısında kendisini karşılayan Hz. Peygamber’e saygısından ötürü ayakta ölmek istemiş olan oğlu Sultan’dan bahseder.


Ayrıca Mevlăna’nın türbesine kafirlerin bile girebileceğinden, onun türbesinin giriş cephesinin alınlığında “ Gel, kim olursan ol gel, burası ümitsizlik kapısı değildir. ” yazdığını zikreder.


Siz Konya üzerine başlı başına bir kitap yazdınız. ”

“ Evet, çünkü burası başka yerler gibi alelade bir şehir değildir. Orasının tarihte hristiyanlaştırılmış ilk şehir olduğunu söyleyebilirim. Şaşırmış görünüyorsunuz. Büyük ihtimalle siz Konya’nın Aziz Paulus’un iconium’u olduğunu bilmiyorsunuz. ”


Mevlăna ile Aziz François ( Fransuva )’ nın menkıbelerindeki benzerliklere dikkat çeker.


Kendisinin bildiği tüm şehirler arasında kendilerini saran yumuşaklık ve iman atmosferiyle birbirine benzeyen üç şehir olduğunu, bunlarında Konya, Medine ve Assise ( Aziz ) Şehir olduğunu, mistiklerin oturduğu şehirlere sindiğini, bu aşkın onların ölümünden yüzyıllar sonra bile hissedildiğini söyler.


Zaten Mevlăna’nın ölüm anlayışı Şeb-i Arus ( Düğün gecesi )’ tur. Ölüm, en yüce mutluluk, en büyük zaferdir. O’nun cenaze töreni, tek kelimeyle muhteşem olmuştur. Her yıl 17 Aralık’da gün batımında, sema ve musiki ile Mevlăna anılır.O, 1273’de vefat ettiğinde sema ve musiki bir başka güzeldir. Ancak Eva Hanım günümüzde semanın folklora kaçtığından dert yanar.


“ Ben mesnevi’yi insanlar üzerinde taşısınlar, tekrarlayıp dursunlar diye değil, bu kitabı ayaklarının altına koysunlar ve onunla uçsunlar diye yazdım. ” “ Bir gün bize O’nun kamil bir şeyh olduğunu niçin söylemedinizi şimdi anlıyorum”


“ O öyleydi ve hala da öyledir. Mevlăna yayıktaki ayranı çalkalayan hizmetçi gibidir. ”

“ Sizin ona hayatınızı vakfettiğinizi söylerken fazla mı ileri gidiyoruz? ”

“ Ben hayatımı O’na, masasının oldukça acil ve oldukça evrensel olduğunu düşündüğüm için vakfettim. ”


3. İSLĂMA GEÇİŞ DÖNEMİ ve TEREDDÜTLERİ


“ Eva de Vitray – Meyerovitch ( Eva dö vitrey meyeroviç ) müsaade ederseniz aklımıza gelen şu soruyu soralım : Fransız Aristokrasisi içinde doğmuş ve rahibelerin elinde yetişmiş genç bir hanım nasıl müslüman olabildi? Neler oldu ve neden? ”

Bu seyahati yapmış tek kişinin kendisi olmadığını, koyu bir katoliklik içinde yetişip de islama gönül veren pek çok erkek ve hanım dostlarının bulunduğunu ifade eder. Nenelerinden birinin çok fazla tesirinde kaldığını, dedesiyle evlenmek için katolikliğe geçen Anglikan mezhebinden olan İskoç asıllı birisi olduğunu, nenesinin katolikliğe geçmenin, onun gözünde Papa’yı kabul etmekten ibaret olduğunu, bunun da çok önemli olmadığını söylediğini anlatır. Ayrıca, dedesinin kilisede evlenmeyi çok arzu etmesinin büyükannesinin mezhep değiştirmesinde etkili olduğunu söyler. Eva Hanım büyükannesinin fazlaca dürüst ve ilkeli oluşundan çok etkilenerek büyüdüğünü de ifade eder.

Gençlik yıllarında, ( üniversite ) 1925- 1930 yılları arasında etrafını saran gelenekçilerden duyduğu büyük ızdırabı dile getiren Eva Hanım, rahibelerine sorduğu sorulardan hiçbir cevap alamazken, duyduğu tek şeyin “ Şüphelerinin giderilmesi için Rabbine dua et ” cümlesinden başka hiçbirşey olmadığını, çünkü bunun başına birçok problem açtığını, tatmin edici hiçbir cevap alamamasının yanısıra, onsekiz yaşında felsefe okumaya başlamasıyla duyduğu huzursuzluğun dayanılmaz boyutlara çıktığını anlatır.


“ Öyleyse bir kenara koyduğunuz neydi? ”

Eva hanım bu sorulara çok çarpıcı bir cevap verir : Katolik mezhebinin bütün iman esaslarını ve dogmalarını, konsillerde alınan kararlarını...

Ayrıca Eva Hanım ilk incil nüshalarının 4. yy’a ait olmasından, bunların da tercümelerinin tercümesi olmasından duyduğu rahatsızlığı dile getirir. Kendisi “ Elenistik bir ifadeyle sami kökenli bir ifade arasında çok büyük bir fark olabileceğini bilecek kadar Grekçe bildiğini” söylemektedir.


“ Ne gibi bir fark? ” sorusuna ise eva Hanım, Allah’ın oğlu tabirini örnek verir. Grekçe’de bu ifadenin gerçekten de “ oğul ” , “ çocuk ” manasına geldiğini, halbuki bu terimin eski Ahidde, İsa’ya bölümünde “ kul ”, “ köle ” manasında olduğuna ve kullandığına değinir. Konsillerde alınan, bu kararların kendisini çok fazla rahatsız ettiğini, bu konsil kenarlarını kabullenmede çok zorlandığını itiraf eder.


Eva Hanım; müslüman olmadan önce hep “ çetin ceviz ” bir öğrenci olduğunu, hep soru soran bir genç kız olduğunu söyler.


“ Müslüman oluşu ” bölümünde daha detaylı ele alacağımız üzere Eva Hanım, eski bir arkadaşının kendisine hediye ettiği İkbal’in “ İslam’da dini düşüncenin yeniden inşası ” isimli eserinden aldığı hazzı, sanki tüm sorularına cevap bulduğu hissine kapıldığını Mevlăna isimli bir mutasavvuf şairden sık sık alıntılar yapıldığını, 13. yy’da yaşamış bu şahsiyetten, büyülendiğini söyler. İkbal’in keşfedişiniz sizi İslam’a alıp götürdüğü söylenebilir mi? sorusuna ise buna kendisinin hazır olduğu ölçüde gerçekleştiğini, hala aklında takılan yığınlarca sorunun mevcut bulunduğunu, belki de herşeyi tersten düşündüğünü, bu hisse kapıldığını, bir iç tedirginliğinin kendisini “ üç yıl ” incil dersleri almaya sevkettiğini zikreder. Ayrıca, “ Kendi kendime İslam’a hayran kalmak güzelde, insan gömlek değiştirir gibi din değiştiremez ki... ” diyerek çarpıcı bir şekilde halet-i ruhiyesini tasvir eder.


Eva Hanım daha sonra 3 yıl incil dersleri alır. Sorbonne Üniversitesi’nde aldığı bu dersleri protestan bir profesörden alır. Hocası Grekçe’yi çok iyi bilmektedir. Dersler iki bölümden oluşur; “ kelime kelime incil dersleri ” ve “ birazda tefsir terimleri ” . Üç yılın sonunda Hrıstiyanlığın İslam’dan üstün bir din olmadığına karar verir. Dersler boyunca hep kendisinden itirazlar yükselir. Dersler bittiğinde artık çok daha fazla soruları vardır.


Eva Hanım bu üç yıl içerisinde birçok problem kafasını meşgul eder. Bunlardan biri de kendisini hep rahatsız eden konsil kararlarından birisi olan Meryem’in “ Allah’ın Anası ” ifadesidir. Eva Hanım Mesih’in annesi olarak bunun kabul edilebileceğini ( İslam’la paralel olarak ) yok eğer Allah’ın Anası’ndan kastın Mesih’in anası değil, Allah’ın Anası ise bunun kabul edilemeyecek kadar indirgemeci bir yaklaşım olduğunu söyler.


Meseleyi derinleştirmek istendiğini söyleyen röportajcı bu üç yıl boyunca iki dinin arasında kaldığını, ve bunun Eva Hanım’a bir karşılaştırma zemini oluşturduğunu, kendisine göre bu iki dinin o kadar uzlaşmaz, o kadar hasım olup olmadıklarını sorduklarında Eva Hanım, bunun son derece nazik bir mesele olduğunu, İslam’ın kendisinden önceki dinleri inkar etmediği, dilin çok önemli olduğunu, hatta kelimelerdeki elastikiyetin fazlalığı nisbetinde farklı manalara gelebileceğine, herkesin bir kelimeyi kendi nisbetinde anladığına değinir. Örnek olarak Huri kelimesinin “ lütuf ” ve “ bağışlama ” manalarınıa da geldiğini söyler.


Eva Hanım’ın bir iç tedirginliğine üç yıl vermesini bir dürüstlük olarak belirten röportajcılara Eva Hanım cevaben bu dürüstlüğünü büyükannesine borçlu olduğunu ve tanıdığı birçok katoliğin yaptığı gibi aklının yatmadığı herhangi bir hususu bir kenara bırakmadığını, onu yok saymadığını bunu kendisi için imkansız gördüğünü dile getirmektedir.

4. MÜSLÜMAN OLUŞU ve HİSSETTİKLERİ


Eva Hanım, İslam’la ilk karşılaşmasını 2. dünya savaşının hemen sonrasında aramak gerektiğini söyler. Eva Hanım, “ mutlak ” ın susuzluğunu çeker, dua etmez zira birşeye inanmadığını söyler. Kendisini, geceleyin bir geminin kurtulmak için attığı S.O.S.’ i andırdığını, içindeki boşluğu, attığı imdat işaretine benzetir.


Eva Hanım bu dönem Bilimsel Araştırmalar Milli Merkezi’nde vekil müdürlük yapar. Gandi ile akşam yemeği yer, bu yemek için gelenlerden bir onbeş yıldır görüşmediği, çok tanınmış ( ismini vermemektedir ) bir dönem birlikte sanskritçe öğrendiği, o zamanlar Hintli bir üniversite öğrencisi olan ve Einstein’in eski harika bir talebesidir. Bu esaslı dostu ziyaret sonrası ayrılırken kendisine küçük bir kitap uzatır ve şöyle der:


“ Sizin dini meselelere her zaman ilgi duyduğunuzu biliyorum. Şu kitabı bir okuyun, bu bizim üstadımız İkbal’in önemli bir eseridir.” İsterseniz gerisini Eva Hanım’ın ağzından dinleyelim.


Kendisine “ çok teşekkür ederim, sevgili dostum ” dedim ve kitabı masanın üzerine bıraktım. Derken üstü çok geçmeden evraklarla örtüldü. O sıralara gerçekten çok yoğundum.


Bir müddet sonra nihayet bu meşhur kitabı açtım. Eser, “ İslam’da Dini Düşüncesi’nin Yeniden İnşası başlığını taşıyordu ve ingilizce idi. Sadece şöyle bir göz atayım istedim, fakat daha ilk sayfalardan itibaren kitap beni iyice sardı. Bir anda, benim bütün sorularıma cevap verdiği hissine kapıldım. Onda, onca arzulanan o evrenselliği buldum. Esas itibariyle Vahy’in ancak bir tane olabileceği, iki kere ikinin heryerde dört ettiği ve ister Aztekleri’in harfleriyle yazılmış olsun, isten Çince, ister Arapça, bütün bu rakamların her zaman tek ve aynı hakikatı ifade ettikleri düşüncesine rastladım. O kitapta, evet, tek bir hakikat. Zaten Kur’an’ da başka bir şey demiyorki...Bu kitabı öylesine sevdim ki hemen tercümesine giriştim. İkbal’in ve sürekli kendisinden söz ettiği Mevlăna diye birini öylesine çok sevdim ki...


Artık Eva Hanım ruhunu sükuna erdirme adına sona yaklaşıyordu ve Eva Hanım artık müslüman olmuştu. Bir gün bir konferansından çıkarken, keşişler yanına gelir ve “ Siz ki Hristiyan mistikleri öylesine yakından tanıyorsunuz, niçin İslam’i seçtiniz? ” diye sorarlar. “ Havva Hanım ” ; “kendilerine sadece bilmiyorum ” karşılığını verebildim ” der.


Kendisini evinde hissettiği tek ülkenin Türkiye, özellikle de Konya olduğunu dile getirir. Rüyasında “ Havva ” ismini bir mezar taşının üzerinde görür ve “ Havva ” ismini öyle aldığını açıklar. Konya’da bu ismi bir mezar atşının üstünde görür. Ezher’de bir profesör, müslüman isminin olup olmadığını sorar cevap “ Hayır! ” alınca profesör, Eva isminin !!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!, hem sonra bu ismin Kur’an’ da geçen bir kelime olduğunu açıklar ve “ Eva Hanım ” artık “ Havva Haım ” olur. Yoğun sorularının ve sıkıntılarının bulunduğu dönemden sonra müslüman olan Havva Hanım’ın yaşı ise 40 civarıdır.


Havva Hanım müslüman olur fakat bunun altyapısının bulunması gerektiğini, kendisinin de altyapısını kişisel araştırmaları ve özgür düşünceleri ile sağladığını aksi taktirde bir karşılaşma ve bir kitapla insanın hayatının altüst olabileceğini vurgular. Gerçekten de Havva Hanım’ın burada isabet ettiğini düşünmekteyiz. İnsan buna ruhen, aklen, kalben hazır olmazsa bu değişim, fırtınaya dönüşebilir. Havva Hanım hiçbirşeyi, özellikle İncil ve Tevrat’ı inkar etmeden, konsillerde alınan kendisini çok rahatsız eden sorulara cevap bulmuş olarak, ayrıca engizisyon gibi “ Sen buna inanıyorsan, doğru yolda değilsin ” deme hakkına sahip hiçkimsenin bulunmayışını bir ferahlık olarak dile getirmektedir. Burada ise Havva Hanım’ın daha önceki dinleri hiç inkar etmeden İslam’a geçtiğini söylemesini çok iyi anlayamıyoruz. Acaba Havva Hanım, orjinallerini mi inkar etmediğimizi dile getiriyor - ki bu taktirde bir problem yok demektir - yoksa tahrif edilmiş, dejenere edilmiş, asimile edilmiş dinleri mi? Bu taktirde bir problemle karşı karşıyayız demektir. Belkide röportajı yapanların sürekli “ Sürekli sizin dininizde ” , “ Bizim dinimizde ” gibi ayırımlarının Havva Hanım’da onları ürkütüp, İslam’dan soğutmama havası meydana getirmesidir. Bir kitabın bize sunduğu bilgiyle bunu anlamak oldukça güçtür.


Havva Hanım, İslam’a ihtida için kelime-i şehadetin yeterli olduğunun ibadetlerinin zor olup olmadığının sorusuna da ibadetlerinin kolay olduğunu, ama Hz. Muhammed’in önceki dinlerin devam ettiricisi olduğunu zikreder. Hz. İsa da, dolayısıyla kabul edilmiş olur ancak bir Tanrı olarak değil, insan bir peygamber olarak der.


Havva Hanım, müslüman olduğunda kocasının şok olmayacak kadar dinden lakayt olduğunu, ancak farklılıklara karşı saygı göstermesini bilen bir kişi olduğunu, kocasına bunun çince öğrendiğini söylemesi gibi geldiğini söyler. Babası için de dinin önemi olmadığını ancak bazı dostlarını kaybettiğini söyler. Onları gerçek dost olmadıklarlarını, bazı dostlarının kendisine sadık kalmasının ise kendisi adına bir mutluluk olduğunu zikreder.


Birisinin kendisine gelip müslüman olmak istediğini açıklaması durumunda teşvik edip- etmeyeceği sorulduğunda ilginç olarak bunun şart olmadığını, duruma bağlı olduğunu söyler. Kimilerinin kendisi gibi üç yıl araştırıp öyle gireceğini, kimisinin ise yıldırım çarpmış gibi hemen müslüman olabileceğine değinir. Önemli olanın yol değil, hedef olduğunu vurgular.


Tebliğin farz olduğunu bildiğimize göre burada da Havva Hanım’a katılamayacağımızı belirtmeliyiz. Kimbilir, belkide yine röportajcıları korkutup ürkütmemektir gayesi...


Havva Hanım’ın ruhu artık bir müslüman olarak sükuna erip, huzura kavuşsada araştırmacı, sorgulayıcı kimliğini asla kaybetmemiştir.


B. İSLĂM DİNİ HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ


1.İMAN KONULARI


Havva Hanım, iman konusu hakkında bildiğimiz ve hayal ettiğimiz herşeyin ötesinde bir “ mutlak ” olduğuna, bir spermanın Mozart ve Einstein olabildiğini söyleyerek yüce bir yaratıcıya dikkat çeker.

Ahirete iman hakkında ise Mevlăna’dan alıntı yapan Havva Hanım, anne karnındaki bir bebeğe, dışardaki çok daha enfes bir hayattan behsedildiğinde takınacağı tavır ne ise acaba Allah da bu dünyadayken ahiretten bahsedince aynı tavrın mı takınıldığını ve Allah’ a bu tavırlarını yaklaşıldığını vurgulamaktadır. Havva Hanım herşeyin ötesinde, öte bir alemde, varılacak nihai hedeften ve orada duyulacak mutluluktan bahseder.


Ancak Havva Hanım, İslam’da konsillerin olmamasından ötürü reenkarnasyona inanan bir kimseyi bundan men edecek son merciin bulunmadığını, inanç sapması yaşadığının söylenemeyeceğini, ama doğrusunun anlatılmasını fakat aforoz edilemeyeceğini belirtir. Bununla birlikte reenkarnasyona inanarak müslüman olunup- olunmayacağı sorulunca ilginç bir şekilde pek çok sufinin reenkarnasyona inandığını, ancak bunun ferdi olduğundan dem vurur. İtiraz edilincede cevaben sufilerin müslüman olduklarını, müslüman olunmadan sufi olunamayacağını, ancak sufi olmadan müslüman olunacağını söyler. Ayrıca sufilerin toplum dışı, marjinal kişiler olarak görülmesinden rahatsız olduğunu söylüyor. Onların içsel, yaşayan kişiler olduğunu ifade eder. Herkesin Kur’an’ ı sanki şu anda kendisine vahyediliyormuş gibi anlamasını ister. Örnek istendiğinde ise “ Size ne oluyor da Allah’ın azametine inanmıyorsunuz? Oysa o sizi çeşitli merhalelerden geçirerek yaratmıştır. ” örneğini verir. Açıklama olarak da “ Acaba bu tek bir ömür çerçevesi içinde sırf ruhi bir evrim anlamına mı gelmektedir? Yoksa “ lethe ” ( yani iki yaratılış arasında unutma ) mı demektir? Siz bunu istediğiniz gibi anlarsınız. ” şeklinde bir yaklaşım sergiler. Biz burada da Havva Hanım’a katılamayacağımızı ifade etmek isteriz. Zira kuvveti hiçbir delil sunmadan sufilerin ruhi tecrübelerininden hareketle tasavvufun kelam’a müdahalesini görmekteyiz. Bu klasik problem yani tasavvufun ehlinin inanç esaslarına kendilerine göre yenilik getirmeye çalışmaları ve yeni inanç esasları anlayışının başlı başına bir çalışma gerektirdiğinden biz burada meseleye okuyucuların dikkatini çekerek bırakmak istiyoruz.


“ Cehennem konusunda İslam’da neye inanılır? ” sorusuna cevaben bu sefer de “ Orası ebedi olmaktan ziyade günahlardan temizlenme yeridir. Çok çok bir arınmadır, bir bakıma, arafa tekabül eder. ” demektedir. Bu en azından kabule uygundur. Zira cehennemin ebedi olmadığını söyleyen alimler vardır.


Kur’an’ ın, tabir caizse, size doğrudan vahyediliyormuş gibi okumaktır der Havva Hanım zira ikinci okuyuşta bambaşka bir mana akla gelebildiğini söyler.




2. İBADET KONULARI


“ İbadet, özellikle cemaati birbirine bağlamaya, pekiştirmeye hizmet etmelidir. ”

“ Benim oldukça dikkate değer bulduğum nokta, İslam’ın ibadeti, kozmik evrenle, kainattaki bütün barlıklarla bütünleştiren bir ibadettir. Bu ibadet mevsimlerle, ayla, güneşle... uyumludur. Kutsallaşan bir evrenle birleşip bütünleşmedir. ”


Ayrıca Mevlăna’dan alıntı yapan Havva Hanım sema musiki yolunu seçtim... musikinin ahenginde bir sır gizlidir. Ben bu sırrı açıklayacak olsam, dünya altüst olur. ” Ayrıca semanın danstan öte, bir ibadet olduğunu ifade eder. Ruhuna uygun yapılması gerektiğini savunur. Bu sefer de tasavvuf ehlinin bu konulara müdahalesine şahit olmaktayız.


Havva Hanım biri Hacc, diğeri umre olmak üzere 2 kez Mekke’ye gittiğini ifade eder. Haccın tarihinin, Hrıstiyanlardaki gibi Paskalya yontusunun tarihinin değişmesinden ve yaza geldiği zaman çok zor olduğunu ifade eder. Medine’de de bir kez bulunur.


Gayr- i müslümanların oraya girmesinin gerçekten yasak olup- olmadığı sorulunca, bunun Hz. Peygamber zamanından beri böyle olduğunu, bunun kör bir turizm ve vandallığa ( kalabalık ve bilgisizlik ) sebep olması ihtimali üzerinde durarak güzel bir cevap verir.


Hacda herkes eşittir. Zengin- fakir vs... Herkes Allah’ın önünde aynıdır. Arafat ise Haccı doruk noktada hissettiğini söylediği yerdir. Arafat’da gün doğumundan gün batımına kadar dua edilir.


İnsan kendisini Hac’da kovandaki arı, bedendeki hücre gibi hissettiğini, milyonlarca kadın ve erkeğin kardeşçe birarada bulunuşu ifade ettiğini, kendisinin böyle bir İslam’dan hoşlandığını anlatır. Müslüman olmayı da zaten maddi ve manevi olarak insanın kendisini bir cemaate ait olmasını hissetmesi olarak görür.

3. HOŞGÖRÜ DİNİ


İmam Humeyni’nin akıl almaz sözleri kulaklarımızda çınlarken Havva hanım’ın hoşgörü ve evrensellikten bahsettiği hatırlanınca, Havva Hanım cevaben Mevlăna’nın sevgi ve şevkatinden bahsederek, Konya Piskoposu ile kurduğu çok samimi dostluğu, hangi dinden olursa olsun insanları bağrına bastığını, ikinci eşinin (Mevlăna’nın) yeni müslüman olmuş eski bir hristiyan olduğunu söyler.


Bu mesele hakkında ne kadar ileri geri gidilirse o kadar yanlış anlaşılmanın arttığını, aslında Hrıstiyanların da sapkın mezheplere yaptıkları, Yahudilere yaptıkları ve Haçlı seferleriyle yaptıklarını, engizisyon mahkemelerindeki Hrıstiyanlıkla günümüzde sevgi Hrıstiyanlığı arasında büyük farklar olduğunu ifade etmektedir. Bu suretle İslam içinde aynı şeylerin pek tabiki düşünülebileceğine değinmektedir.


“ Birgün bize bir tekerlek sembolünden bahsettiniz.” Hakiki İslam hoşgörüsünün bizzat sembolü değil midir o?


İslam’ın “ teslim olma ” fikrinden hareket etmek gerektiğini, selemlamakdaki selamında o’nun iradesine esenlik ve barış kelimesi ile İslam’ın aynı kökten geldiği, boyun eğmenin son derece önemli olduğuna değinmektedir.


4. CİHAD DİNİ


Kitabın en can alıcı bölümü hiç kuşkusuz 8. bölümdür. İslam’in bir cihad ve kılıç dini oluşunun sorgulanması, kadının İslam’daki yeri hakkında onlarca soru sorulmaktadır. Havva Hanım’ın hemen hepsine doyurucu, seviyeli, yeryer “ püskürtücü ” cevaplar verilişini takdir etmeden geçemeyeceğiz. Her müslümanı terletecek bu tür sorulara sanki önceden hazırlanmış gibi cevaplar sunmaktadır Havva Hanım. Biz burada cihad konusu işleyecek ve kadının İslam’daki yerini ayrı bir başlık altında sunacağız. Röportaj yapanların uslüplarının da ilginç bir şekilde değiştiği gçzlerden kaçmamaktadır.


“ Şeytanın avukatlığına soyunmak istiyorum. Sizin sunduğunuz sufilerin İslam’ı ile bizim ülkemizdeki İslam anlayışı arasında çok fazla fark var. Anlattıklarınızla cihad İslam’ı, savaş İslam’ı arasında çok fark var. ”


Havva Hanım konuyu geçiştirmek istese de ısrarla sordukları soruya cevap verilmediği söylenince, Havva Hanım meselenin ehemmiyetini fehmeder ve konuya girer.


Her dinde durumun böyle olduğunu, Hıristiyanlıkta evrensel sevgi ve kardeşlik varken, Cathares Katliamı, Barthelemy (Bartelamo) gibi vahşetlerin olmasını karşı delil olarak sunar.


Sosyolojik bir araştırma yapılmadığı için, metinlere bakılması gerektiğini, önemli olan insanların toplumdaki uygulamaları değil, prensipler, ilkeler, düsturlar ve o dinin kutsal metinlerinde neler yazdığıdır şeklinde güzel bir cevap verir.


Sıkıştırmaya devam ederler.


“ Bize kutsal savaştan, Batılıları çok fazla korkutan şu meşhur “ cihad ” dan bahsedin. ”


Havva Hanım, bunun bir yanlış anlama olduğunu, cihad’ ın, mücadele etmek manasına geldiğini, bunun da içe dönük, nefisle mücadele manasına geldiğinden bahseder. Örnek olarak da, Peygamberimiz bir gün savaştan dönerken sahabilerine “ Biz küçük savaştan dönüyoruz. Şimdi günaha karşı büyük savaş vermemiz gerekecek ” işte cihad budur der.


Ayrıca kutsal savaş şekline bu işi dönüştürenlerin siyasiler olduğunu, siyasi kaygılar, toprak fethetme, iktidarlarını arttırmak istemelerinin meseleyi bu hale getirdiğini, bunun sadece müslümanlara ait bir düşünce de olmadığını dile getirir.


Batılıların da birçok vahşet ve katliam yaptıklarını söyleyince, İran kendisine hatırlatılır. Havva Hanım Humeyni zamanından da, Şah zamanından da İran’da yapılan olaylardan hoşlanmadığını söyler.


Kitabın giriş kısmından bir alıntıyla bu bahsi de noktalamak istiyoruz.


Röportajın yazıya geçirilip, kitaplaştırılması meselesi üzerine röportajı yapanların kanlarını donduran dostları şöyle der:


“ Hakikaten siz çok safsınız. Son iki kitabınızda, İslam’ın hoşgörü dini ve katıksız sufi dini gibi takdim eden insanları konuşturdunuz. Açın gözünüzü artık. Gerçek İslam, sizin görmek istemediğiniz İslam, mollaların veya Saddam Hüseyinlerin islamıdır. Kin dinidir, kutsal savaş dinidir o. Bizi yiyip parçalamalarına müsaade etmezsek, bizimle savaşmak gerektiğini savunan sürekli bir tehdittir o. ”

Havva Hanım bu soruya yukarda söylediği cevabı verir. Dinlerin mensubları bu hususta ne kadar ileri giderse meselenin o kadar yanlış anlaşıldığı, her dinin mensuplarının yanlış yapabileceğini ama bunun o dine mal edilmemesi gerektiğini söyler...


5. DİNİ BİRLİKTELİK


Havva Hanım, dini birlikteliği bir tekerleğin merkezine benzetir. Hangi dinden olunursa olunsun, Allah’a teslim olanın müslüman olduğunu dile getirir. Tekerleğin en dışını ise yobazların, mollaların veya fanatiklerin oluşturduğunu zikreder.


Allah’ın merhametine örnek olarak üç ibrahimi dinle, Allah kendisini insana vahy ile duyurur. Hz. İbrahim üç ilahi dinin ortak iman atası.


Mevlăna’nın evrenselliği hususunda O’nun inanılmaz derecede modern olduğunu düşündüğüne değinir


Havva Hanım; dini birlikteyken, her dinden biraz alıp sentez yapmayı değil, her dinin kendi içinde sonuna kadar gitmesi gerektiğini ve böylece mutasavvufların sık sık kullandığı tekerleğin merkezi gibi bir noktada Allah’a teslim olarak, rıza makamına ulaşarak ve iradelerimizi Allah’a boyun eğerek herkesle (bütün dinlerden) tekerleğin merkezinde birleşmeyi anladığını belirtmektedir.


Konya’nın, dinlerin olağanüstü bir birliktelik yaşadığı bir şehir olarak gördüğüne, goşgörü kelimesinin yukardan bakmayı çağrıştırdığı için sevmediğinden, sözkonusu olanın kardeşçe bir evrensellik olduğunu, bunun da İslam’ın öznünü teşkil ettiğinden dem vuran Havva Hanım’a o evrenselliğin yerini hoşgörüsüzlüğün aldığı söylenince cevaben durumun azar azar ortaya çıktığını, batının sömürgecilik ve uyguladığı şiddetin meseleyi körüklediğini ifade eder.


Evrensel kardeşliğin yerini hoşgörüsüzlüğe bırakmasının bir diğer sebebini ise Havva Hanım misyoner Hıristiyanların müslümanları hıristiyanlaştırmaya çalışmaları olarak gösterir. Müslümanların da aynı şeyi yaptıkları hatırlatılınca ise bunun da meselenin daha sertleşmesine sebep olduğunu dile getirir.


Havva Hanım dini birliktelik için bir başka yerde Mevlăna’dan şu alıntıyı yapar.


“ Şu halde, peygamberler birbirlerini kabul etmelerine göre, siz onlardan birini kabul etmezsenin hiçbirini kabul etmemiş gibi olursunuz.”


İslam’a göre Allah hiçbir halkı vahysiz bırakmamıştır. “ Ben sık sık söylerim, İslam bir bakıma büyük dinlerin ortak paydasıdır. ” der. Allah’a boyun eğmenin ise dinler üstü bir tavır olduğunu söyler.


Farklı dinlerde olup zirvede buluşanlar olabileceği söylenince cevaben Havva Hanım:


“ Çok tabii! İşte zaten bunun için ben İslam’a girerken, herhangi bir şeyi inkar ettiğim hissine kapılmadım. Size itiraf edeyim ki, gerçekten bir dua olan (bizdeki Fatiha benzeri bir dua) söylemekte benim için hiçbir problem yok! ” der.


Havva Hanım’ın kanaatimizce dini birliktelik konusunda dinlerin belirlediği sınırları aşarak bir anlamda aşırılık sergilediğini söyleyebiliriz. Ancak kastı önceki dinleri tasdik eden, ancak tahrifedildiğini kabul eden bir tavrı varsa bu başka bir durumdur.


Dinlerarası uzlaşmada engel ( müslüman- hıristiyan dinleri arasında ) , Hz. İsa’ nın Allah’ ın biricik oğlu olduğu meselesidir denince cevaben Havva Hanım, “ Siz hıristiyansanız din bakımından müslüman sayılmazsınız ama kendinizi Allah’a teslim etmek suretiyle, geniş anlamda müslüman olmanıza hiçbir mani yoktur. ” der.


“ Şüpheisz ki, iman etmiş olanlarla, yahudiler, sabiiler ve hıristiyanlardan kim Allah’a ve Ahiret gününe iman edip iyi amel ve harekette bulunmuşsa onlara hiçbir korku yoktur. Mahzunda olacak değillerdir. ”


“ Allah dileseydi, hepimizi aynı kanuna tabi bir tek ümmet yapardı; ama o, size verdiği ayrı ayrı kovanlarla sizi denemek için hayırlı işlerde birbirinizle yarış edin; hepiniz Allah’a döneceksiniz, o zaman O, hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir. ”


Havva hanım bu ayetleri, yorumlamanın ötesinde herkesin birbirleriyle evrensellikte buluşabileceğine delil olarak gösterir. Temel olan şeyin ulu gerçeklikten başka Tanrı olmadığını bütün kalbiyle ve düşüncesiyle söylemek olduğunu, bunu ise bütün dinlerin bütün inananlarının tasdik edebileceğini söyler.


Sevgili Mevlăna’sının da dini birliktelik için söylediği şu sözleri O’ nun cenaze törenini anlatan birinin ağzından şöyle konuşturur Havva Hanım: Mevlăna; “ Bizler tek bir dünyada, ikiyüz dinle akordu yapılan bir fülütüz. ” der. Zira Mevlăna’nın cenazesinde yahudiler Tevrat’ı, hıristiyanlar İncil’i, müslümanlar Kur’an okumuştu. Kendilerine bunu niçin yaptığı sorulunca (sultan tarafından) Ehl- i kitabı O’nun davranışlarında tüm peygamberlerinin kamil davranışlarının aynısını bulduklarını söylerler.


İman esaslarına inanmanın uyanmanın gerçek yolu olduğuna parmak basan Havva Hanım, gerisinin hep ayin ve ibadet olduğunu söyler. Bunun üzerine röportajı yapan kişi “ bu durumda, ben kendimi müslüman hissediyorum ” der. Havva Hanım da cevaben: “Ümit ederim ki bu anlamda, bizler hepimiz müslümanız. Allah kelamını gönderiyor diyerek yumuşak bir tarzda tebliğini yapar. ”


“ Pek çok ortak yönümüzün olduğunu söylemekte haklıymışsınız. ”


“ Elbette kendisinden daha önce de bahsettiğim manastır başrahibinin bana söylediği şu sözü hiç unutmam: “ Ne mutlu ki, hepimiz aynı şeyi söylüyoruz. ” Bu son derece doğru bir tespit der.


Görüldüğü gibi Havva Hanım’ın dinlerin birliği için için söyledikleri biraz sınırları zorlar mahiyettedir.


6. İSLĂMDA KADIN


aa. Kadın ve Toplumdaki Yeri


Kadının İslam’daki değeri sorusuna cevaben Havva hanım; kadınların değerinin toplumdan topluma değiştiğini söyler. Mali, Suudi Arabistan, Türkiye, Mısır, Cezair, Tunus hepsinin farklı olduğuna değinir.


“ Benim düşünceme göre, kemikleşmiş veya gerici olan İslam’ın kendisi değildir. Kemikleşen veya gerici olan, İslam’ın izinde gitmeyen ideolojilerdir. Elle tutulur, gözle görülür bir şekilde ele alacak olursak, İslam hukukunda, kadınlara tam anlamıyla yararlanma hakkına sahip olabilecekleri ve nikah akdine koydurabilecekleri yığınlarca imkan tanınmıştır. Onların bunu çoğunlukla yapmadıkları doğru... ” Havva Hanım örnek olarak da şunu verir: Evli kadınlar ruh hastanesine yatırılsa bile, kocalarından izin almadıkça ikinci bir eşle evlenemezler. Az gelişmiş toplumların bu tür haklarını bilmedikleri için kutsal metinlerde ne yazıldığına bakmak lazımdır der.


Aynı soru tekrar sıkıştırılarak sorulunca Havva Hanımefendi bu kez İslam’da hiyerarşi olmadığını her batılı kadının ahlaksız, hayat kadını vs... olmadığı, ama doğudan öyle göründüğünü delil olarak ileri sürer.


Havva Hanım İslam’da birçok kadın mutasavvuf vardır. Hatta bunların çok sayıda müridleri vardır. Örnek olarak Sultan Veled’in kızını, birbaşka Konyalı olan Arife Hoşlika’yı, 9.yy’ da yaşayan ve İslam’ın ilk kadın sufisi olan çok sevip örnek aldığını söylediği Rabia Hatun’u (Rabiatül Adeviyye) örnek verir. İslam dünyasına yaptığı ziyaretlerde kendilerine gösterilen saygı ve sevgiden çarpıcı örnekler sunar.


ab. ÇOK EŞLE EVLİLİK


Kitabımızda Havva Hanım’ı en çok zorladığını tahmin ettiğimiz sorulardan birine bakın ne kadar seviyeli ve çarpıcı cevaplar gelmiştir.


“ Çok eşle evlilik, İslam’da kadına gereken değerin verilmediğini göstermiştir. Tıpkı, Hz. İsa gibi besbelliki Hz. Muhammed de kadını olduğu yere yükseltememiştir. Sonraki ulema ise kadını hepten ait olduğu konumdan aşağıya düşürmüştür. ”


Havva Hanım; o zamanki metne ve metnin ortaya koyduğu döneme bakmak gerektiği, kadının o dönemde bir eşya gibi olduğu, dolayısıyla evlenilen kadın sayısında hiçbir sınırlama olmadığı, savaşta ölmüş erkeklerin kadınlarının dul, çocuklarının yetim kalmaları, eğer bu insanlarla evlenilmezse fuhuşun, ahlaksızlığın artmasının söz konusuo olması, bu hallerdeki kadının, ikinci bir eş olmasının sokaklarda sürünmesi ve kötü durumlara düşmesinden çok daha iyi olduğundan bahsederek net cevabı ortaya koyar.


Ayrıca olağanüstü durumlar için çok eşle evliliğe “ ruhsat ” , izin verildiğini, temel kuralın ise tek eşle evlilik olduğudur diyerek bu husustaki ayeti de ihmal etmez.


“ Malı olan yetim kızlarla evlenmekle, kendilerine haksızlık yapacağınızdan korkarsanız, diğer kadınlardan hoşunuza gidenlerle iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz; aralarında adaletsizlik yapacağınızdan korkarsanız, bir tane alın”


Havva Hanım’a göre kendilerini üstün oalrak gören erkeklerin, Kur’an’ ın ruhunu gözönünde bulundurmadıkları için meselenin bu hale geldiğini beyan eder. Ayrıca ülkeden ülkeye değişikliklerin sözkonusu olduğunu bildirir. Laikleşmiş Türkiye’de çok eşle evliliğin yasak oluşundan, Türk kadınlarının Fransız kadınlarından daha önce oy kullanmış olmalarından veya uçak pilotluğu yapmış olmalarından, Tunus’un da çok eşle evliliği kabul etmeyişinden, Pakistan’da ise durumun mahkemede haklı bir gerekçe göstermedikçe tek eşle evliliğin söz konusu oluşundan bahseder.


ac. BOŞANMA


Katolik kilisesinde evlenince boşanmak yasaktır. Zira ikinci bir evlilik zina demektir. Bu katolik bir kadın için dayanılmaz bir durumdur. Ya geleneklerine hayır diyecek, ya da elinde çocuklarıyla ortada kalacak.


Havva Hanım bu yaklaşımıyla İslam’da boşanmanın serbest olduğuna, usulüne uygun yapılırsa tarafların kendilerini günahkar saymasına gerek olmadığına bir delil ve iki din arasında bir karşılaştırma yapmak için sunar. Tabi hemen soru gelir


“ Böylesi hallerde, İslam’da ne yapılır? ”

“ Yeniden evlenilebilinir. ”

“ Demek ki boşanma kabul ediliyor. ”

“ Elbette. Boşanma iki taraf tarafından da istenebilir. ( Çevirmenin bu cümleyi iyi tercüme edemediğini düşünmekteyiz. ) ve her ikisi de Allah’ a karşı günah işlemiş oldukları duygusuna kapılmaz. ”


Kur’an metinlerinde her zaman “ mümin erkekler ve mümin kadınlar... ” , “ müslüman erkekler ve müslüman kadınlar... ” dediğini, kadının kocası üzerindeki haklarının, erkeğin karısı üzerindeki haklarının aynısı olduğunu söyler.


Havva Hanım, Hz. Peygamberden de örnek sunmayı ihmal etmez.


Hz. Peygamber’den rivayetle:

Bir gün, genç bir kadın kendisini görmeye geldi ve aralarında şu konuşma geçti:


- Ben boşanmak istiyorum

- Kocan sana karşı nazik değil mi?

- Hayır. Çok nazik

- Bütün ihtiyaçlarını karşılamıyor mu?

- Evet, beni şımartıyor bile

- Öyleyse, yolunda gitmeyen ne?

- Kendisini sevmiyorum. Beni onunla annem babam evlendirdi, ben ise razı değildim.


Bu örneği, İslam’ın kadına verdiği değer, erkeklerin bu işi lehlerine nasıl katılaştırdıklarına delil olarak sunar.


ad. MİRAS


Havva Hanım’a bu sefer miras meselesinde kardeşlerden erkeğe, iki kadına ( veya kıza ) bir olduğu için haksızlık olduğu sorulur.


Havva Hanım; ilk olarak kendisini de böyle birşeyin dehşete düşürdüğünü söyler. Ancak araştırınca durum daha farklı bir noktaya kaydığını söyler.


Kardeşlerden erkeğe iki verilir, verilir ama erkek eşine, kardeşlerine (hatta duruma göre kızkardeşlerine bile) kısaca çekirdek aileye bakmakla yükümlüdür. Oysa hanımlar böyle midir? Hanımlar aldığı bir hisseyi hiçkimseye harcamakla sorumlu değildir. Kendisine verilen hediyeler de bundan farksızdır der.

ae. ÖRTÜNME


Çadar (peçeyle yüzü de örtmek için kullanılan bir çeşit örtü) İran’da dayatılan ve zorla uygulanan bir yöntem olarak Havva Hanım’a sorulunca, cevaben bunun İslami örtünme ile alakası olmadığını, hemen İslam’la bağdaştırılmaması gerektiğini ifade eder. Peygamberimiz zamanından verilen bir örnekle o günkü kadınların yüzlerini örtmediklerini delillendirmeye çalışır. İslam’da örtünmenin edebli bir şekilde giyinmek olduğunu söyler.


af. RECM


Recm konusunu bizzat kendisi açan Havva Hanımbu konuda özetle şunları söyler:


Hanri Feste isimli bir kişi “ Le Monde ” de İran’da zina eden kadınlar için bir makale yazmasını ister.


Recmin- başvurduğu bütün uzman ağızların verdiği cevaba göre- hepsi de taşlanarak öldürme (recm) cezasının kesinlikle İslami olmadığını, fikir birliği halinde ifade ederler.


“ Hem zaten, zina edildiğini ispatlamak imkansız demesek bile çok zordur. ” diyerek meseleyi ispatlamanın zorluğuna dikkat çeker.


Bu konuda kendisine Ezher rektörünün, bir zina vakasını tespit etmek için, kocanın akrabaları ve dostları olmayan dört tane şahidin bulunması gerektiğini, bir günde bir Ezher şeyhinin kendisine “ olayı, iki beden arasından bir ipliğin dahi geçemeyeceği şekilde görmek lazım ” açıklamasında bulunduğunu dile getirir.


Varsayalım ki bunlar tamam, yine de recm cezası uygulanamaz. Zira Kur’an’ da “ Tevke edip kendilerini düzeltirlerse, cezalandırmakten vazgeçin. ” ayetini delil getirir.

Hz. Peygamber’in yanına birgün Medine’de bir kadın gelir ve vicdan azabından kıvranarak, “ Ey Allah’ın elçisi ben zina işledim ” der ve sözünü 3 kez tekrarlar. Peygamberimiz: “ Haydi git şimdi! ” der. Makalesinde Hz. Peygamber’in Hz. İsa ile olan benzerliğine dikkat çeker. Aynı olay karşısında Hz. İsa da: “ İlk taşı hiç günah işlememiş olan atsın! ” der.


Havva Hanım recm hakkındaki bu açıklamalarının ardından İran’da böyle bir şeyin olmadığına değil, bu işin Kur’an’ la alakasının olmadığına dikkat çeker. Zaten sosyolojik olaylardan çok bahsedildiğini, tasavvuf ve sevgi İslam’ından uzaklaşıldığını dile getirir.

Havva Hanım unuttuğu için çevirmen ayrıca şu hatırlatmayı yapar.


Batılılar, İslam’da zina cezası denilince sadece kadınların bu cezaya çarptırıldıklarını bilerek veya bilmeyerek bahsettiklerini ve bunu yaymaya çalıştıklarını, bu hususta kadınla erkeğin eşit olduğunu ifade eder.


ag. ŞAHİTLİK


Kur’an’ da:

“ İki erkek bulunmazsa, razı olacağınız bir erkekle iki kadın şahit olsunki... ”

Bu ayetin, kadınların evlerinde kapalı bir dönemde olduğu zaman geçerli olduğunu, ancak bunun “ kendiliğinden yürürlükten kalkmış bir kural olduğunu ” “ kazak erkeklerin ” sadece İslam dünyasında değil, Batıda ve Amerika’da dabulunduğunu söyler.


“ Peki ama Kur’an’ ın bir satırı değiştirilemezse, İslam hukuku nasıl değişebilir ve çağına ayak uydurabilir? ”


Bir bakıma İslam’ın Aziz Thomas d’Aquin (Akinolu Aziz Tomas)’ ı olduğunu söylediği Gazali’nin, şu ayırımı yaptığını söyler.


“ Kur’an’ da üç çeşit ayet vardır:

1. Dinin iman esaslarını oluşturan ayetler:

Allah’dan başka ilah olmaması, Allah’ın Rahmanı Rahim, kullarını seven... olması gibi. “ Bu ayetlere asla dokunulamaz. ”

2. İbadetlerle ilgili ayetler:

Prensip olarak bunlara da ilişilmez, fakat bunlarda iptaller olabilir. Sözgelişi oruç, hamile kadınlara, hastalar, yolcular... için bir farz olmaktan çıkar.

3. İnsanlar arası ilişkilerle ilgili ayetleri özel durumlar, ticari meseleler, vb... miladi 1111

yılında vefat etmiş olan Gazzali, bu konuda şöyle der.

“ Bu devirlere göre değişmesi gerektiği apaçık ortadadır. ”


Düşünürlerin ve hukukçuların çalışmaları, işte bilhassa bu alanda yer alır ve bu insanların varlık sebebi de, İkbal’in bir kitabının adıyla verecek olursak “ İslam’da dini düşünceyi yeniden inşa etmektir ” der.


Ayrıca Havva Hanım’a ailenin tıpkı kendilerinde olduğu gibi çözüldüğü ve delikanlıların evleriyle daha az dayanışma içinde olduklarında, bir örnekle “ aile hukuku ” ve “ miras hukukunun ” İslam’da ne kadar adil ve güçlü olduğundan bahsettiğini ifade ederek bu bahsi de noktalamak istiyoruz.


C. HIRİSTİYAN DİNİ HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ


1. Hz. İSA


Biz bu bölümde okuyucuya bir kasis oluşturmamak için Hz. İsa’nın ölümünü ele almayı uygun bulduk. Hz. İsa’nın “ Allah’ ın oğlu ” eya ilahlaştırmasını “ Telis ” başlığı altında incelemeyi daha uygun münasip gördük.


Havva Hanım’a göre; Hz. İsa’nın sevgi şehidi oluşunu, müslümanların hiçbir zaman inkar etmemişlerdir.


“ O’ nu ne öldürmüş, ne de çarmıha germişlerdi, öyle görünmüstü onlara ” ayetine göre mutasavvuflar tarafından da, kendisi tarafından da pek inandırıcı gözükmeyen yorumunun Hz. İsa yerine bir hayaletin çarmıha gerilmesi yorumu olduğunu ifade eder.


Hz. İsa’ nın ölümü hakkında resmi bir doktrinin mutlaka olması gerektiği sorusuna cevaben Havva Hanım, bu hususta müslümanların ikiye bölündüklerini, bir kısmının çarmıha gerilirken oradan kurtarıldığını, diğerlerine göre- ki kendisi de bu görüştedir- insan olarak çarmıha gerildiğini, ancak mesajın canlı kaldığını söyler. Ancak kendisi bunun da zorlama bir yorum olduğunu, esas olanın O’ nun bir sevgi şehidi olduğunu söyler.


Görüldüğü gibi Havva hanım Hz. İsa’ nın şehid olduğuna inanmaktadır. Ropörtaj sırasında sorulan bir soruya da cevaplar veren Havva Hanım’ın bu kelimelere (sevgi şehidi) yüklediği misyonu anlamak oldukça güç. Biz bu yorumu okuyucuya bırakmayı daha münasip görmekteyiz.


... “ ve de bir Hakikat Şehidi, şunun bunun hoşuna gitsin diye mesajını reddettiler ve bunun için onu öldürdüler ( ! )




2. TESLİS ve “ RAŞA ”


“ Allah’ın oğlu ” ifadesi grekçede “ vios theou ” deneilir. Arapça gibi, ibrancada da, oğul sözcüğü için iki kelime bulunur. Bunların “ bedene göre oğul ” ve “ ruha göre oğul ” olduğunu, küçük bir çocuğa “ ibni( oğlum ) , git bana sigara al ” dendiğinde o çocuğun bizm oğlumuz olduğu anlamına gelmez. Halbuki grekçede oğul için sadece bir tek kelime bulunduğunu, bu kelimenin çok iyi seçilmiş olması gerekir.


“ Her Hıristiyan Kelime- i Şehadet’ in ilk bölümünü söyleyebilir, fakat ikinci kısmını asla. ”


Havva Hanım bu soruya evet cevabını verir. “ Zira bu mesaj otantiktir ve Hz. İsa’ yı Allah’ ın oğlu olarak kabul etmeyen bir mesajdır ” der.


“ Allah’ın oğlu ” ifadesinin üçlünün bir “ şahsı ” olduğu söylenir. “ Şahıs ” kelimesiyle ne kastedilmektedir? Bir şahıs, bir ferttir. Fert de diğerlerinden ayrılan bireydir. O halde hıristiyanların “ üç ” ama “ bir ” mantığa sığmayan dogmadan başka bir şey değildir.


“ Laialahe illallah denildiği zaman bu insanı hataya sürüklemez. Hıristiyan geleneğinden olmayan bir adam için, üç Tanrısal cevherden bahsettiğimiz zaman onun bundan birbirinden ayrı üç Allah anlamasına mani olamazsınız. Hele birde her üçü de ayrı ayrı temsil ediyor ve birbirine farklı davranışlar yüklüyorsanız... Hz. İsa, Allah’ın sağındadır, oradan canlıları ve ölüleri yargılayacaktır denildiği zaman bu, O’ nun babasından ayrı olduğu manasına gelir. En azından bir ikilik ortaya çıkar. ”

“ Hallac’ın çarmıha gerilmesi ile Hz. İsa’ nın ki arasında olağanüstü ve allak bullak edici paralellik var. ” İbn- i Arabi’nin en dar anlamıyla gelenekçilerden en gelenekçisi olmasına rağmen “ Hz. İsa’ nın Allah olduğuna inanıyor ( ! ) , fakat Allah’ ın İsa olduğuna inanmıyorum. ” sözleriyle Hz. İsa ‘nın kendi varlığından uzaklaşıp gittiğini söylemek istediği dile getirilir. Havva Hanım insanı değişime uğratan Allah’ la bütünleşme, birleşme tecrübesinin bu olduğunu ifade eder. (Sufilerin yine akaid sahasına girdiklerini görüyoruz.)


Yahudiler Hz. Musa’ yı, müslümanlar Hz. Muhammed’ i ilahlaştırmadıklarını, oysa hıristiyanlar Hz. İsa’ yı ilahlaştırdıklarını, çift tabiatı olduğuna inandıklarını, kendisinin incillerde bazen Tanrı gibi, bazen de insan gibi “ konuşturulduğunu ” , kendisine mesih olup olmadığı sorulunca “ Sen bunu söyledin ” cevabını verdiğini dile getirmektedir.


Teslis’in, ayrı tek Allah’ ın üç tecellisi, üç sıfatı olduğu sorulunca Havva Hanım cvaben dilin oldukça hayal kırıcı bir şey olduğunu, çünkü “ şahıs ” ın, “ tecelli ” ( görünüm) demek olmadığını söyler.


Rachat ( “ raşa ” = Hıristiyanlıkta, insanlığın, Hz. İsa’nın kendini feda etmesiyle kurtulması) düşüncesinin İslami açıdan imkansızlığna değinen Havva Hanım ortak noktaların bulunması, bazı noktalarda buluşmanın imkansızlığına değinir. Aksi takdirde kısırdöngüden, sürekli tartışmalardan kurtulmak mümkün olmaz diyerek karşılıklı olarak sevginin önemi üzerinde durulur.


3. İNSANBİÇİMCİLİK


“ Ya Hz. Muhammed, ona tutulamaz mı? ”


“ O’ na da sarılamazsınız, çünkü O’ na yakarmak, O’ ndan bir şey istemek kesinlikle yasaktır. Allah’ ın yüceliği öylesine büyüktür ki, Hz. Peygamber yüce bir insan olsa bile, Allah kadar yüce olmaktan sonsuz derecede uzaktır.


İslam’da insanbiçimcilik (yani Allah’ı insan şeklinde tahayyül etmek) , Peygamberlere, velilere tapmak, yalvarmak, dua etmek ve beklentiye girmek katiyyen yoktur.


İslam’da zaten bunları belirleyecek son bir merci bulunmaz. İslam’ ın ne papası vardır, ne de konsilleri.


4. Hz. MERYEM


Bakire Meryem, İslam’da büyük bir değere sahptir. Hz. İsa’ nın bakire Meryem’ den dünyaya geldiğini Kur’an haber verir. Havva Hanım tüm bunların yanısıra kafasına ( Luka inciliyle paralel olarak ) Kur’an’ ın verdiği bilgileri oturtabildiğine, ancak oradan yirmi asır geçmesine rağmen kilisenin, Assomption ( Hz. Meryem’in de göğe kaldırılması ) doğmasını ilan etmesini ve hıristiyanları dile getirir. Bundan duyduğu rahatsızlık oldukça fazladır.

“ Müslümanların Hz. Muhammed’i Hz. İsa ile mukayese ettikleri söylenebilir mi? ”


Havva Hanım burada ilginç bir yaklaşım sergilemektedir. Hz. Muhammed’ le, Hz. Meryem’in karşılaştırıldığını, bir kavramana yüklediği farklı misyonları ölçü olarak Hz. Meryem’ in “ biyolojik ” olarak bakire olduğunu, buna karşılık, Hz. Muhammed’in de okuma yazma bilmediği için yani ümmi olduğu için “ zihni ” olarak bakir olduğunu (!) söylemektedir. Bir sözün taşıyıcılığını yapmak ölçüsünü mihenk taşı alarak bu sefer de müslümanların Hz. İsa ile (bir insan olarak) Kur’an’ ın kıyas ettiklerini dile getirmektedir.


“ Biliyorsunuz, Hz. İsa ve Hz. Meryem, müslümanlar için çok önemli kişilerdir. Zannedildiğinden çok değer verilir onlara. ”



5. İNCİLLER


“Daha önce inciller’in ilham edilmiş, Kur’an ve Tevrat’ınsa vahyedilmiş olduğunu söylemiştiniz. Bu fark üzerinde durmanızı istesem. ”


Tevrat ve Kur’an’ ın vahy, İncil’ in ise ilhamen yazıldığını söyleyen Havva Hanım; Markos İncili’nin aynı sözleri birbirinden tamamen farklı mekanlarda naklettiğini, kilisenin ilk dönemlerde din derslerinde kullanılmak üzere Hz. İsa’ nın sözlerinden derleme yapıldığını ve bu sebepten incillerin geç yazıldığını söylemektedir.


6. KONSİLLERVE İNANÇ SAPMALARI

Comentarios


bottom of page