top of page
Rıdvan Demir

KUR’ÂN’DA ve KİTÂB-I MUKADDES’TE MESİH - BÖLÜM 3

Güncelleme tarihi: 14 Mar 2023



T.C.

MARMARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

İLÂHİYAT ANABİLİM DALI

KELÂM BİLİM DALI

Rıdvan DEMİR

Yüksek Lisans Tezi

İSTANBUL, 2003


III. BÖLÜM

KUR’ÂN-I KERÎM’DE MESİH KAVRAMI


1. KUR’ÂN’DA MESİH KAVRAMININ KULLANIMI VE HZ. İSA’NIN MESİH OLUŞU 137

2. KUR’ÂN’A GÖRE KURTARICI MÜJDE VE BEKLENTİSİ................ 141

2. 1. TEVRAT’TA......................................................................................... 141

2. 2. İNCİL’DE.............................................................................................. 143

3. İSA MESİH’İN TEKRAR GELİŞİ İNANCI............................................. 147

SONUÇ.......................................................................................................... 157

KAYNAKÇA................................................................................................. 162


III. BÖLÜM


KUR’ÂN-I KERÎM’DE MESİH KAVRAMI


1. KUR’ÂN’DA MESİH KAVRAMININ KULLANIMI VE HZ. İSA’NIN MESİH OLUŞU

Mesih kelimesinin Arapça “el-mesh”(m-s-h) kökünden türediğini söyleyen müfessirler varsa da bu yorumlar kayda değer görülmemiştir. Çünkü bu kelimenin kökü “ölçmek” ve “meshemek” manalarına gelir.[1] Öte yandan Horovitz bu kelimenin Habeşce’den geldiğini ifade etmektedir. Ayrıca Arap müellifleri arasında bu kelimenin İbranice veya Süryanice’den geldiğini söyleyenlere de rastlanmaktadır.[2] Sonuç olarak kelimenin Arapça orijinli olmadığı görüşü daha ağır basmaktadır.

Mesih, Arapça’da birbirine zıt anlamlar içeren (ezdâd) kelimelerdendir. “Allah onu meshetti” sözü “mübarek ve güzel bir sûrette yarattı” manasına geldiği gibi “kötü ve uğursuz olarak yarattı” manasına da gelir. Yani kelime birbirine zıt iki anlam içermektedir. Dolayısıyla mesih kelimesinin Arapça’da bir çok olumlu ve olumsuz anlamları mevcut bulunmaktadır. Mesihin elliden fazla manası olduğunu kaydeden Muhammed el-Yemanî, bunun zıt kelimelerden birisi olduğunu, hem Hz. İsa hem de deccâl için kullanıldığını ve Arapçalaştırıldığını söylemektedir.[3]

Mesih kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de bazen tek başına[4], bazen Mesih ibn Meryem[5] şeklinde, bazen de İsa’nın bir ismi (ünvanı) olarak Mesih İsa İbn Meryem[6] şeklinde geçmektedir. Mesih kelimesi Kur’ân’da “9” yerde “11” kez tekrarlanmıştır.[7]

Hadislerde mesih kelimesi tek başına kullanıldığında Hz. İsa (as) kastedilmektedir. Ancak mesih ile deccâl kastedilecekse o zaman yanında sapkınlığı ifade eden “el-mesîhu’d-deccâl veya mesîhu’d-dalâle” gibi terkipler kullanılmıştır.[8]

Kur’ân-ı Kerîm’de “mesih” kelimelerinin tamamı İsa’nın bir ünvanı olarak kullanılmıştır.[9] Buna en güzel örneklerden biri Âl-i İmrân sûresinin 45. ayetidir:

“Ey Meryem, Allah sana, ismi Mesih İsa b. Meryem olan, kendinden bir kelime geleceğini müjdeliyor.”

Kur’ân-ı Kerîm’de mesih kelimesi Hz. İsa için kullanılan en yaygın ünvandır. Buna rağmen Kur’ân’ın ona yüklediği anlam hıristiyanların bu kelimeye yükledikleri anlamlarla bir değildir. “Batı dillerinde “Christ” şeklinde ifade edilen mesih kelimesinin Grekçe aslı Hristos’tur (Christos). Kur’ân’da ise “İsa”[10] isim, “mesih” ise bir ünvandır.[11]

İsa’yı hıristiyanlar dışında “mesih” olarak gören tek din İslâm olmakla birlikte[12] Kur’ân-ı Kerîm onu İsrailoğullarına gönderilmiş, diğer peygamberler gibi beşer tabiatına (insan doğasına) sahip biri kabul etmektedir. Dolayısıyla ona ulûhiyet nisbet etmek ve onu rab edinmek kesinlikle reddedilmektedir.[13]

Kur’ân, babasız olarak dünyaya geldiği için[14] Hz. İsa’dan bir ayet[15] (mucize-delil) olarak bahsetmektedir. Kur’ân, onun gerçek misyonunu kendi ağzından şöyle dile getirmektedir:

“Ey İsrailoğulları! Ben, benden önce gelmiş olan Tevrat’ı doğrulayan ve adı


Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen, Allah’ın size gönderdiği bir peygamberim.”[16]

Havariler dışında İsrailoğullarından hiç kimse Hz. İsa’ya inanmamış, aksine ona çeşitli sıkıntı ve eziyetler vermişlerdir. Kendisine ezâ ve cefâ verenlere karşı kimlerin yardım edeceğini havarilerine soran Hz. İsa onlardan şu cevabı almıştır:

“Biz Allah’ın (dininin) yardımcılarıyız. Allah’a iman ettik. Sen şahit ol ki, biz (Allah’a) teslim olmuşuzdur.”[17]

İsa ve tâbîlerini yürüdükleri yoldan alıkoyamayan İsrailoğulları Allah’ın planlarını boşa çıkarması sonucu onu öldürme kararlarını uygulayamamışlar[18], İsa’ya benzeyen ya da Allah tarafından benzetilen birini çarmıha germişlerdir. Dolayısıyla yahudiler, “Meryem oğlu Mesih’i öldürdük” iddialarında bulunsalar da esasında İsa’yı değil, başkasını öldürmüşler, Allah ise İsa’yı kendi katına ref etmiş yani yükseltmiştir.[19] Tüm bu hususlar yani Hz. İsa’nın yahudilerin elinden kurtulması, vefat etmesi ve yükseltilmesi mahiyet ve detay olarak Kur’ân’da mevcut değildir.[20]

Mesih ünvanının geçtiği ayetlerde sarih ve açık bir ifade olmamasından dolayı birçok müfessir sükût etmeyi tercih etmiştir. Bazı müfessirler ise mesih kelimesinin geçtiği ilk ayet olan Âl-i İmrân sûresinin 45. ayetinde bazı açıklamalara yer vermişlerdir.

Müfessirlerin atası konumunda bulunan Taberî’ye göre söz konusu ayetteki mesih kelimesinin manası “silinmiş olan” demektir. Ona göre Hz. İsa’ya bu ismin verilmesinin sebebi günahlarının silinip, temizlenmesi ve bütün peygamberlerin temel özelliklerinden olan “ismet” sıfatına sahip oluşudur.[21] Taberi, Nisâ sûresinin 171. ayetinde konuyla ilgili daha geniş malûmat vermektedir.

Bir kısım insanlar ‘mesih’ kelimesinin İbranice veya Süryanice olduğunu ve Arapça’ya mesih olarak geçtiğini, İsmail, İshak, Musa ve İsa kelimelerinin de böyle olduğunu söylemişlerdir. Taberî’ye göre bu yorum isabetli değildir. Zira ona göre mesih kelimesi isim değil sıfattır. Kur’ân’da Arapça’nın dışında bir dilden alınan bir sıfat zikredilmemiştir. Çünkü Allah Kur’ân’ı Arap lisanıyla göndermiştir. Şayet mesih kelimesinin Arapça olmadığı söylenecek olursa Allah’ın Kur’ân’ı anlayan Araplara anlamayacakları bir sıfatı zikrettiği söylenmiş olur ki, bu da konuşanın dinleyenlere anlamayacakları şeyleri söylemesi anlamına gelir. Bu ise Allah’a yakışmaz. Kur’ân’da zikredilen ve Arapça olmayan kelimeler, Arap olmayan peygamberlerin sıfatları değil isimleridir. Yabancı dillerden alınan isimlerin Kur’ân’da zikredilmesi onu anlamaya herhangi bir zarar vermediğinden onları zikretmenin de bir sakıncası yoktur.[22]

Muhammed Esed, Âl-i İmrân sûresinin 45. ayetini açıklaması sadedinde verdiği bilgilerde: “Mesih’in İsa’nın ismi olduğunu belirttikten sonra kelimenin köküyle ilgili şunları söylemektedir:

“Mesih formu, İbranice mâhsiah kelimesinden türetilmiş olan Aramice’deki meşîhâ’nın Arapçalaştırılmış şeklidir. (Bilindiği gibi Aramice Süryanice’nin en eski şeklidir.) Tarihi şartlar ne olursa olsun, onurlu bir nitelik olan mesihin Hz. İsa’ya hayatta olduğu dönemde verildiği açıktır. Şimdi ortada bulunmayan İncillerin Yunanca çevirilerinde bu sıfat doğru olarak, Christos (Yunanca “meshetmek”, ‘Chriein’ anlamına gelen fiilinden türetilmiş bir isim) diye çevrilmiştir.[23]

Bir diğer çağdaş müfessir olan Süleyman Ateş’de kelimenin Arapça kabul edilme ihtimalini göz ardı etmemesine rağmen İbranice meşîh yahut mişîya kelimesinden gelme ihtimaline ağırlık vermektedir. “Ayağının altı dümdüz, çukursuz (düz taban) olduğu, çok seyahat ettiği, elini sürdüğü her hastayı şifaya kavuşturduğu, kendisi bereketle meshedildiği, meshedilmek suretiyle kirlerden arındırıldığı, yahutta annesinden yağ sürülmüş olarak doğduğu için Hz. İsa’ya mesih denmiştir. Şüphesiz bu teori ve faraziyeler kelimenin Arapça kabul edilmesi ön şartı iledir.

Sami dillerinde birçok kelime aynı kökden gelmekte, Arapça’da farklı İbranice’de ise daha farkı kullanılmaktadır. Söz gelimi İbranice’deki Yohânân Arapça’da Yahya, İbranice’deki Moşe Arapça’da Musa olmuştur. Bunlar gibi İbranice’deki mişîhâ kelimesi de Arapça’da mesih olmuştur.

Peygamber Samuel, Allah’ın emriyle kral yaptığı Saul’un (Talut) başına yağ döküp meshetmiş ve şöyle demiştir:

“Rab seni kendi halkına önder olarak meshetti.”[24]

O günden sonra İsrail krallarına, krallığa geçirildiklerinde yağ sürmek geleneksel dinî bir tören olmuş ve krallara ‘vücuduna yağ sürülmüş’ anlamında mesih ünvanı verilmiştir. Yahudiler, Hz. İsa’ya alay yoluyla mesih demişler, bu yolla İsrailoğullarının geleceğini büyük bir umut ve özlemle bekledikleri ebedî kralın Hz. İsa olmadığını ifade etmeye çalışmışlardır.[25]


2. KUR’ÂN’A GÖRE KURTARICI MÜJDE VE BEKLENTİSİ

2. 1. TEVRAT’TA

En eski dönemlerden başlamak üzere hemen bütün dinlerde bir kurtarıcı müjdesinin bulunduğu tarihi bir gerçektir.[26] Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Muhammed veya onun dini hakkında eskilerin kitaplarında haberler bulunduğunu ifade etmektedir.[27] Bu bağlamda Kur’ân-ı Kerîm’deki bazı ayetlerde[28] kitap ehlinden bazı kimselerin, Kur’ân’ın Allah tarafından gönderildiğine inandıkları, bundan sevinç duydukları anlatılmaktadır. Bu ayetler kitap ehlinin bulunduğu bir ortamda gelmiş ve onların bu ayeti reddettiklerine dair hiçbir haber varid olmamıştır. Bu durumun Hz. Muhammed’in (sav) vasıflarının Tevrat ve İncil’de bulunduğunu kanıtladığı kabul edilmelidir.[29]

Yine Kur’ân-ı Kerîm’de Ehl-i kitap bilginlerinin, çocuklarını tanıdıkları gibi Allah Rasûlü’nün getirdiği gerçeklerin doğruluğunu da bildikleri haber verilmektedir. Zira o dönemde bir şeyin doğruluğu için “kişinin çocuğunu tanıması gibi” benzetmesi Araplar arasında yaygın bir kullanıma sahipti.[30] Rivayete göre müslüman olan yahudi asıllı insanlar demişlerdir ki: “Allah’a yemin olsun ki bizim Muhammed’i tanımamız, oğlumuzu tanımamızdan daha sağlamdır. Çünkü Muhammed’in bütün sıfatlarını Tevrat’ta okuduk.”[31]

Bununla birlikte Fahrettin er-Râzî de Sâf sûresinin 6. ayetine ilişkin olarak:

“Ben Allah’ın peygamberiyim” cümlesinin, “Tevrat’ta vasfolunduğum vasıfla size gönderilmiş bir peygamber olduğumu, Tevrat Allah’ın kitaplarını ve bundan önce geçen ve sonra gelecek olan bütün peygamberleri tasdik eden ve aynen benim tasdik edişim gibi Tevrat’la tasdik edilen rasûlü müjdeleyen bir Allah’ın Rasûlü olduğunu hatırlayınız...” yorumunu yapmaktadır.[32]

Müfessir Taberî, peygamberin Tevrat’taki sıfatlarını şu şekilde takdim etmektedir:

“O; şahit, müjdeleyici, uyarıcı, okuma yazma bilmeyenleri himaye eden, Allah’ın kulu ve peygamberi, mütevekkil diye adlandırılan, sert ve katı kalbli olmayan, çarşı ve pazarda bağırıp çağırmayan, kötülüğe kötülükle mukabele etmeyen, affeden ve bağışlayandır. Diğer yandan “Allah onunla eğrilen dinini doğrultup, insanlar “Lâilâhe illâllah” demedikçe ve bu sözle kör gözleri, sağır kulakları ve perdeli kalpleri açmadıkça onun ruhunu almayacaktır”.

Elmalılı Hamdi Yazır’a göre Hz. Muhammed Tevrat ve İncil’de ismi ve vasıflarıyla, vicdanları şüpheye düşürmeyecek açık ifadelerle haber verilmiştir. Allah, Hz. Musa’ya Mîkatte (Allah’ın Musa ile konuşup, ‘10 emri’ verdiği Tur dağında belirli bir vakitte gerçekleşen olay) ve Tevrat’ta âlemlere rahmet olan son peygamberi bildirmiş ve istenilen rahmet ve iyiliğin, onun ümmeti için yazılacağını vaad ederek, İsrailoğullarından ona yetişeceklerin ona iman etmelerini ve tâbî olmalarını teşvik etmiştir. Yine Elmalılı Tevrat’ta Hz. Muhammed ve Kur’ân’ın ismen olmasa da vasıflarıyla yazılı olduğunu söylemektedir. Hz. Muhammed’in gönderildiği dönemde Tevrat’ı ve İncil’i okuyup anlayan kitap ehli, Hz. Musa’nın duada istediği rahmet ve haseneye kavminin ancak Hz. Muhammed’e uymak ve tâbî olmak sayesinde nail olabileceklerini ellerindeki kitaplarında yazılı olarak buluyorlardı.[33] Nitekim peygamberimiz Tevrat’ta, Hz. Musa’ya benzer bir peygamber diye vasıfları anlatılmış olduğu için kitap ehli tarafından hâtemu’l enbiyâ (son peygamber) ifadesi ile tanınırdı. Ancak onun Hz. Muhammed olduğunu gösterecek bir belgeye, kesin bir delile ihtiyaç vardı ki Hz. Muhammed’in getirdiği açıklayıcı ayetler ve apaçık mucizelerle bu da hakkıyla temin edilmiş oldu.[34]

Özetle Kur’ân-ı Kerîm’in konuyla ilgili verdiği bilgilerden yola çıkarak denilebilir ki Tevrat’ta beklenen, müjdesi verilen kurtarıcı Hz. Muhammed’dir.


2. 2. İNCİL’DE

Kur’ân-ı Kerîm Hz. Muhammed’in peygamber olarak gönderileceğinin İncil’de de yazılı olduğunu ifade etmekte ve Hz. İsa’nın onu müjdelediğini haber vermektedir:

“Meryem oğlu İsa da şöyle demişti: Ey İsrailoğulları! Ben Allah tarafından size gönderilmiş bir elçiyim. Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulamakta ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdelemekteyim.[35] Müslümanlar, İncil’de Hz. Muhammed’in geleceğinin bildirildiğine dair Kur’ân ifadesini[36] destekleyen bilgilerin İncillerdeki varlığını tesbit için başta İnciller olmak üzere Kitâb-ı Mukaddes / Kutsal Kitap’la ilgili çalışmalara erken dönemlerden itibaren başlamış ve bu alanda “beşâirünnübüvve” (peygamberliğin müjdelenmesi) adı altında tasnif edilen çok sayıda eser kaleme almışlardır. Diğer taraftan Kurân’da Allah Teâlâ’nın, hıristiyan olduklarını ifade edenlerden söz aldığı halde onların sözlerinde durmayıp, kendilerine öğretilen hakikatlerin bir kısmını unuttukları, bu sebeple de aralarında sonu gelmez bir kin ve düşmanlık doğduğu ifade edildikten sonra kendilerine, gizlemekte oldukları kitabın büyük bir kısmını açıklayacak olan Hz. Muhammed’in peygamber olarak gönderildiği, onlara Allah tarafından bir ışık, apaçık bir kitap (Kur’ân) geldiği bildirilmiştir.[37]

Sâf Sûresinin 6. ayetinde ve Â’râf sûresinin 157. ayetinde Hz. İsa’dan sonra geleceği müjdelenen, ümmî resûle dair ifadeler bugünkü İncillerde özellikle Yuhanna İncilinde yer almakla birlikte, bunlar hıristiyanlarca farklı yorumlanmaktadırlar.[38]

İşaret edilen ifadeler hıristiyanlarca farklı şekillerde yorumlanmaya çalışılsa da İslâm âleminin yetiştirdiği müfessirler aksi kanaattedirler. Nitekim Fahreddin er-Râzî, Sâf sûresinin 6. ayetini yorumlarken şöyle demektedir:

Ayete göre sanki Hz. İsa’ya ‘peki, adı nedir?’ diye sorulmuş o da, ‘adı Ahmed’dir’ demiştir. Ayetteki “Ahmed” ismini Râzî: “O, Allah’a başkasından daha çok hamdeder veya o ihlas ve diğer güzel huylarından dolayı başkalarından daha çok övülmüştür” şeklinde iki manada tefsir etmektedir.[39]

Müfessir Taberî ise görüşünü hadislerle ortaya koymaktadır: Ahmed bin Hanbel’in Müsned’inde yer alan bir hadise göre Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: “Adem (as) çamurun içinde yatarken ben Allah katında peygamberlerin sonuncusuydum. İlk ortaya çıkışımı size haber vereyim. Ben atam İbrahim’in duası, İsa’nın müjdesi ve annemin gördüğü rüyayım. O, kendinden çıkan bir nurun Şam saraylarını aydınlattığını görmüştü. Peygamberlerin anneleri böyle rüyalar görürler.”[40]

Taberî’nin kaydettiğine göre Hz. İsa’nın peygamberi müjdelediğini bildiren bir hadis-i şerifte Necâşî’nin Habeşistan’a hicret eden müslümanlarla konuşması ve ona iman etmesi Abdullah b. Mesud’un anlattığına göre şöyle nakledilir:

(Karşılıklı konuşmalardan sonra) “Necâşî yerden bir çubuk alır ve şöyle der:

Ey Habeşliler, ey papazlar ve rahipler, Allah’a yemin olsun ki onların İsa hakkında söyledikleri, bizim onun hakkında söylediklerimizden şu kadar bile (çok az bile) farklı değildir.[41]

Elmalılı Hamdi Yazır ise Sâf sûresinin 6. ayetini yorumlarken şunları kaydetmektedir:

O resûlün adı Ahmed’dir. Burada Ahmed adının özel bir isim olması da, manası da kastedilmiş olabilir. Yani adı son derece övgüye layık ve pek güzel demek olabilir. Zira Hz. İsa’nın müjdelemekle emredildiği Hz. Peygamber’in bir ismi de Ahmed’dir. Ancak Ahmed ismi ile bizzat kendisinin kastedilmiş olması daha doğrudur.[42]

Süleyman Ateş’in yorumu da klasik müfessirleri destekler mahiyette değerlendirilebilir. Kur’ân-ı Kerîm’in İsa’dan naklen “Ahmed” adını zikretmesi, mutlaka bu adın o zamanki bir İncil’de varolduğunu gösterir. Zaten bilindiği gibi Hz. Peygamber dönemindeki İnciller bugünkünden farksızdı. Aksi takdirde o zamanki hıristiyanlar bu ayeti duyunca reddeder, İncil’de böyle bir adın geçmediğini söylerlerdi. Bugün incillerde bu adın geçmemesi, Hz. Peygamber döneminde elde olan İncillerde de bu adın olmadığını göstermez.[43]

İbn Kesir ise bütün bu görüşleri toparlayıcı bir yorumda bulunmakta ve şöyle demektedir: Tevrat, Hz. İsa’yı müjdelemiş, Hz. İsa Tevrat’taki haberin doğrulayıcısı olmuştur. O da kendinden sonra gelecek olan ümmî, Arap ve Mekkeli peygamber Ahmed’i müjdelemiştir. Hz. İsa İsrail peygamberlerinin sonuncusudur.

İsrailoğullarından bir topluluğun katında Hz. Muhammed’i müjdelemiştir. Hz. Muhammed, peygamberlerin ve elçilerin hâtemi, kendisinde risâlet ve nübüvvet bulunan Ahmed-i muhtardır.[44]

Müfessirimiz İbn Kesir bununla da kalmayıp Allah’ın Hz. Adem’den itibaren Hz. İsa’ya kadar gönderilen bütün peygamberlerden, kendisinden sonra bir peygamber geldiği takdirde, ona iman edip yardımda bulunacaklarına ve ona uyacaklarına dair söz almış olduğuna ilişkin bilgiler sunmaktadır.[45]

Sonuç olarak bütün bunlardan ortaya çıkan husus şu ki: Kur’ân’ın değerleri açısından baktığımız zaman müjdesi verilen kurtarıcı Hz. Muhammed’dir. Kur’ân-ı Kerîm’den önceki bütün dinî metinler Allah’ın bir elçisinin, bir kurtarıcının geleceğini müjdelemişken sadece Kur’ân-ı Kerîm’de gelecek için böyle bir haber yer almamıştır. Çünkü Kur’ân, “Muhammed sizin içinizden herhangi birinin babası değildir; o yalnız Âllah’ın resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur”[46] demek suretiyle Hz. Muhammed’in son peygamber olduğunu bildirmiştir.[47] Çünkü Hz. Peygamber zamanında Kur’ân-ı Kerîm’i dinleyen, okuyan, onun Hz. Meryem ve Hz. İsa hakkında anlattıklarını duyan hıristiyanlar onun tam gerçeği ifade ettiğini ve İsa’ya gelen kaynaktan Hz. Peygamberin de beslendiğini kabul etmiş, ağlamışlar ve hatta bazıları Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabul etmişlerdir.[48]



3. İSA MESİH’İN TEKRAR GELİŞİ İNANCI

Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. İsa’nın doğumundan ve öleceğinden söz edilir.[49] Hz. İsa’nın ölümü ve tekrar hayata dönmesi yani kıyametin kopmasından önce tekrar dirilmesi / dünyaya gelişi inancı “nüzûl-i Mesih” adı altında çeşitli tartışmalara sebebiyet vermiştir. “Kur’ân-ı Kerîm’de, İsa’nın kıyametin kopmasından önce yeryüzüne ineceğine dair açık bir beyan yoktur.”[50]

Genel İslamî anlayışa göre de onun tekrar dirilişi hıristiyan inanç sisteminde olduğu gibi çarmıha gerildikten sonraki bir diriliş değil, kıyamet sonrası tüm fâni varlıkların dirilişi gibi bir diriliştir. Kur’ân’ın ifadelerinden yola çıktığımızda İsa’nın çarmıha gerilmediği de dikkatlerden kaçmamalıdır.[51]

Hz. İsa, Yahudi inancındaki mesih (kurtarıcı kral) olarak ortaya çıkmış ise de yahudiler onu yalancı kabul edip, kendisi ile alay etmişler ve mesih sıfatını ona alay maksadıyla vermişlerdir.[52] Devamında da İsa’ya benzeyen birini İsa sanarak çarmıha germişlerdir. Kur’ân-ı Kerîm yahudilerin bu tutumunu eleştirerek şöyle demektedir:

“Halbuki onu ne öldürdüler ne de astılar, sadece onlara öyle göründü.”[53]

Hıristiyanlıkta önemli bir dinî inanç olan tüm insanlığın günahına kefaret olmak üzere İsa’nın çarmıhlanması hadisesi İslâm’da kabul edilmemektedir. İsa hakkında ayrılığa düşenler onun gerçek hayatını olayların gerçek niteliklerini bilmediklerinden ve bu konuda kesin bilgi sahibi olmadıklarından dolayı İsa’nın hakkında çeşitli söylentiler yaymışlar kimi onun asıldığını kimi de onun değil, yerine bir başkasının asıldığını söylemek durumunda kalmışlardır. Yani bu konudaki bilgileri kesin bilgi içermemekte, dolayısıyla da birçok kuşkuyu bünyesinde barındırmaktadır. Çağdaş müfessirlerden Süleyman Ateş’e göre ayetteki “şubbihe lehum” ifadesi -gerçi “onlara benzer gösterildi” şeklinde tercüme edilse de, aslında bu siyaka göre bu cümlenin “bu mesele onlara kuşkulu

yapıldı” şeklinde tercüme edilmesi daha uygundur- yani onlar bu konu da derin bir kuşku içindedirler, sözleri kesin bilgiye değil, zanna dayanmaktadır. “Onu kesin bir biçimde öldürmediler” demektir.[54]

İslâm geleneğine göre de çarmıh ve ona gerilen bir kişi vardır. Fakat bu İsa değildir. İslâmî rivayetlere göre çarmıha gerilen kişi, İsa’nın yerini yahudilere ve Roma makamlarına gösteren Yahuda İskaryot’tur. Hain Yahuda tam İsa’yı ele vereceği sırada İsa’nın sûretine büründürülmüş ve İsa yerine kendisi çarmıha gerilmiştir. Diğer bir rivayete göre ise çarmıha gerilen kişi haçı taşıması için görevlendirilen Kirinuslu Simun’dur. (Simon le Cyreneen) bu kişinin İsa’nın tıpatıp benzeri olan başka bir şahıs olduğunu söyleyenler de vardır.[55]

Hıristiyanlığa göre çarmıha gerildikten sonra İsa’nın kabrinde bulunmamasından dolayı İsa’nın havarileri onun öldürüldüğünü ve cesediyle göğe kaldırılmış olduğunu, dünyanın sonuna doğru gökten ineceğini çevrelerine yaymışlardır. Bu inancın gelişmesinde sonraki dönem kilise babalarının ve özellikle de Pavlus’un katkıları çok fazla olmuştur. Kilise liderleri bu inançlarını havarilere hatta İsa’nın kendisine dayandırmaktan kaçınmamışlardır. Böylece Yahudilikteki mesih anlayışı isim değiştirerek hıristiyanlığa geçmiştir.[56]

Hz. İsa ile ilgili bu farklı yorum ve ifadeler hem müslümanlarla hıristiyanlar arasında hem de hıristiyanların kendi aralarında Hz. İsa’nın akibeti konusuna ilişkin bir çok tartışmaya neden olmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. İsa’nın dünya hayatının sonu ile

ilgili tartışmalar Âli İmran sûresinin 55. ayetindeki “teveffî” ve ref’ kavramları etrafında odaklanmaktadır. Söz konusu ayette Allah buyurmuştur ki:

“Ey İsa, ben senin canını alacağım, seni bana yükselteceğim, seni inkâr edenlerden temizleyeceğim ve sana uyanları kıyamet gününe kadar inkâr edenlerin üstünde tutacağım. Sonra dönüşünüz bana olacaktır. Ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim.”[57]

Bu ayette Allah, huzuruna varan İsa’ya, kendisini “teveffî edeceği”, inkârcılardan temizleyeceği ve kendisine inananları, tâ kıyamet gününe kadar inkâr edenlerden üstün tutacağı, sonra huzuruna varacak olan insanlara ayrılığa düştükleri konuların içyüzünü bildireceği, inkâr edenlerin çetin bir azaba çarptırılacağı, inananların da ödüllerini tam vereceği, Allah’ın haksızları ve haksızlığı sevmediği ifade edilmekte ve Hz. Muhammed’e okunanların, kitabın ayetleri ve hikmetli zikir olduğu vurgulanmaktadır.[58]

Ayetten anlaşılan o ki, önce “teveffî” (canını almak, öldürmek) sonra da “ref” (yükseltmek / kaldırmak) söz konusu olacaktır. Diyanet İşleri Başkanlığının İslâm Ansiklopedisi’nde İsa (Kelâm) maddesini kaleme alan İlyas Çelebi’nin ortaya koyduklarına göre ayette geçen “teveffî” kelimesi Arapça’da “ruhu bedenden ayırmak, öldürmek” anlamına geldiği halde bazı müfessirlerce buna “yeryüzünden çekip almak, göğe yükseltmek” manası verilmiştir. Bazılarınca da “teveffî” ’nin gerçek ölüm değil, “uykuda ruhu alıkoyma” anlamına geldiği kabul edilir.[59] Buna karşılık müfessirlerin çoğunun kanaatine göre Hz. İsa, ruhu ve cesediyle birlikte göğe yükseltilmiştir. Bir kısım müfessirler de “teveffî” kelimesini “öldürmek” anlamında kabul etmelerinden dolayı bunun İsa’nın cisminin değil ruhunun göğe yükseltildiği / kabzedildiği manasına geldiğini ifade ederler. Burada “seni bana yükselteceğim” hitabıyla kastedilen, Hz. İsa’nın ruhudur. Çünkü ruh, insanın hakikatidir. Cesed emanet bir elbise gibidir, artar, eksilir. Değişmeyen ise insanın ruhudur.[60]

Süleyman Ateş’e göre bu görüş, ayetin ruhuna daha uygundur. Zira;

1-Kur’ân-ı Kerîm, Allah’ın yasasında bir değişiklik bulunamayacağını söylüyor. İsa’nın, cismiyle birlikte göğe yükseltilmesi, Allah’ın arzdan çıkan maddelerin tekrar arza dönecekleri[61] hakkındaki kesin yasasına aykırıdır. Madde madde olarak, doğasında bir değişiklik yapılmadan ve dış etkenler de bulunmadan yükselemez, yukarı kalkmaz. Ayrıca hiçbir insana daha önceden böyle bir şey olmamıştır.

2-Gök ile kastedilen, maddî gök ise bu, yıldızlardan ibarettir. Yani İsa, yıldızlara çıkartılmıştır. Eğer kastedilen manevî bir gök ise oraya da cesed gitmez ruh gider. Çünkü orası maddî bir mekân değildir.

3-Kur’ân-ı Kerîm, İsa’nın göğe yükseltildiğini değil, Allah’a yükseltildiğini ifade etmektedir. Bu da son derece önemli bir farktır. Kuşkusuz göğe yükselmekle Allah’a yükselmek çok farklı anlamlar içerir. Kur’ân’a göre İsa göğe değil Allah’a yükselmiştir. “Bel refe’a hullâhu ileyh” cümlesi :

“Allah onu göğe yükseltti” anlamına değil, Allah onu kendisine yükseltti” anlamına gelmektedir. Göğe yükseltmek başka, Allah’a yükseltmek başkadır. Göğe yükselttiğini söylemek, Allah’a belli bir mekan tahsis etmek olur. Oysa yüce Allah, her yerdedir. İsa’nın Allah’a yükselmesi için göğe çıkması gerekmez. Allah, göklerin de yerlerin de Rabb’i ve sahibidir. Allah hem yerde hem de göktedir. Öyle ise Allah’ı gökte

imiş gibi düşünüp, Allah’a yükseltilen İsa’nın göğe yükseltildiğini söylemek İslam inanç esaslarına da zıt gözükmektedir. O halde ayetin anlamı, İbn Cureyc’in dediği gibi, Allah’ın, İsa’nın ruhunu yükseltmesi, şanını yükseltmesi, katında ona yüksek bir değer vermesi demektir.

“Yüce Allah, Hz. İsa’yı saldırganların elinden kurtarmak suretiyle mânevî derecelere nail eylemiş, şanını yüceltmiştir.”[62]

Nitekim İlyas Çelebi’de ref ile ilgili şu değerlendirmeleriyle Süleyman Ateş ile birlikte ortak bir düşüncede birleşmektedirler:

“Âl-i İmrân sûresindeki ayette yer alan “ref” kavramı cansız varlıklarla ilgili olarak zikredilince maddî, insanlar hakkında kullanılınca ise mânevî yükselmeyi ifade eder. Kur’ân’da “ref” bazen mutlak olarak da geçer. Bu durumlarda mertebenin veya ruhun yükseltilmesi kastedilir.”[63]

Peki tüm bunlar ortadayken müfessirlerin “seni vefat ettireceğim, bana yükselteceğim” ayetini İsa’nın göğe çıktığı şeklinde tefsir etmelerinin sebebi nedir? Bunun iki sebebi gözükmektedir: Birincisi hıristiyanlar ve yahudiler hakkındaki ayetlerin izahı için İslâm’a yeni girmiş olan yahudi ve hıristiyan âlimlerine müfessirlerin başvurmaları ve onların söylediklerini tam gerçek kabul edip aktarmalarıdır. Bir diğer sebeb de İsa’nın göğe çıktığı ve ahir zamanda yere inip deccâl’i öldüreceği, haçı kıracağı ve İslâm diniyle amel edeceği (onu uygulayacağı) hakkında anlatılan bazı hadislerdir.[64]

Gerçekten de çoğunluğu Ebu Hureyre’den nakledilen değişik hadislerde Hz. İsa’nın âhir zamanda kıyamet alâmeti olarak yeryüzüne ineceği bildirilmektedir. Buhârî, Müslim ve Tirmizi’de Ebu Hureyre’den çeşitli yollarla şu hadis rivayet edilir:

“Nefsim elinde olan Allah’a andolsun ki, Meryemoğlu İsa’nın aranıza adil bir hakem olarak ineceği, haçı kıracağı, domuzu öldüreceği, cizyeyi kaldıracağı vakit yakındır. O zaman, mal o kadar bollaşır ki onu kimse kabul etmez; tek bir secde, dünya ve içindekilerin tamamından daha hayırlı olur.”[65]

Ayrıca Kütüb-i Sitte dışındaki eserlerde de Hz. İsa’nın ineceği yer, yapacağı işler, dünyadaki ömrü ve ölümü hakkında ayrıntılı bilgileri ihtiva eden rivayetler yer alır. Lâfızları ve manâları birbirinden çok farklı olmakla birlikte bu hadislerde İsa’nın iniş zamanı, iniş vasıtası, dünyada kalış süresi, tabilerinin sayısı, göreceği işler ve defnedileceği yere dair bilgiler çelişki arzetmesinden dolayı Muhtelifû’l Hadis ilmine başvurulması gerekmektedir.[66]

Âl-i İmrân sûresinin 55. ve Mâide sûresinin 117. ayetlerinde İsa’nın bedeninin öldüğü açıkça belirtilmiştir. Ama Hz. İsa’yı başkaları öldürmemiş, Allah onu eceliyle vefat ettirmiştir. Yükseltilen onun mânevî derecesi, Allah’ın katına çıkan ruhudur. Zira bütün peygamberlerin ruhları Allah’ın huzuruna çıkar, ondan ikram görür.

Dolayısıyla Kur’ân’ın açık hükümleriyle çelişen hadislere dayanarak Mesih İsa’nın geleceğine inanmak mümkün değildir. Kelâm metodolojisi açısından itikadî bir mesele şek ve şüphe üzerine inşa edilemez. İsa’nın göğe çıktığına ve âhir zamanda ineceğine dair yakîn (kesin bilgi) ifade edecek bir haber yoktur. Bu konudaki rivayetlerin hepsi Taberî, İbn Kesir, Keşmîrî ve M. Zahid Kevserî gibi âlimler “mütevâtirdir” deseler de nüzûl-i İsa ile ilgili hadislerin tamamı “âhâd” haberlerden ibarettir. Kesinlik ifade etmeyen bu tür hadisler üzerine ise inanç esası bina edilemez.[67]

“Hz. İsa’yı gökten indiren hadislerin tenkidi” isimli makaleyi kaleme alan M. Hayri Kırbaşoğlu’da kaynak metodolojisi açısından, dış tenkid / isnad tenkidi, tevâtür iddiası, iç tenkid / metin tenkidi, yabancı kaynaklar / isrâiliyât ve tevatür derecesine ulaşamamış, âhad haber seviyesinde kalmış hadislerin bilgi değil zan ifade etmesi gibi pek çok faktörün göz önüne alınması zorunluluğunu dile getirdikten sonra Hz. İsa’nın dönüşünü inkarın küfrü gerektirmeyeceği görüşünü benimsemiştir.[68]

Daha önce de ifade edildiği gibi “tedvin döneminde hıristiyan kültürüyle karşılaşmanın bir sonucu olarak nüzûl-i İsa inancının İslâm akâidine girmiş olması muhtemeldir.”[69]

Kur’ân-ı Kerîm’de İsa’nın öleceği ve Enbiyâ sûresinin 34. ayetinde Hz. Muhammed’den önce hiçbir insana ebedî yaşam verilmediği, ondan öncekilerin hepsinin öldüğü, Hz. Muhammed’in (sav) de bir gün öleceği belirtildiğine göre Hz. İsa’nın da öldüğüne inanmak gerekir.[70]

Öte yandan Kur’ân-ı Kerîm’e göre İncil, Tevrat’ı tasdik ederek sakınanlar için bir hidayet ve öğüt değeri taşımakta[71], yine aynı şekilde İncil’de yer alan konuların bir çoğu da Kur’ân’da geçmektedir. Bu mantaliteden hareketle, sonra gelenin önce gelenin öğretilerini onayladığını ifade eden bir kitaba göre tekrar başa dönmek savunulabilir bir durum değildir. Zira Kur’ân-ı Kerîm’den önceki bütün dinî metinler Allah’ın bir elçisinin, bir kurtarıcısının geleceğini müjdelemişken sadece Kur’ân-ı Kerîm’de gelecek için böyle bir haber yer almamıştır. Çünkü Kur’ân:

“Muhammed sizin içinizden herhangi birinin babası değildir; o yalnız Allah’ın resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur” demek suretiyle Hz. Muhammed’in (sav) son peygamber olduğunu bildirmiştir.[72]

Nüzûl-u İsa meselesi İslâm tarihinde de gündeme gelmiş ancak son devirde bu konudaki tartışmalar çoğalmıştır. Diyanet İslâm Ansiklopedisi’nde konuyla ilgili olan “İsa” maddesinin Kelâm bölümünü kaleme alan İlyas Çelebi’nin Hz. İsa’nın ölümü ve yeryüzüne dönüşüne ilişkin görüşlerini dört ana başlık halinde özetleyerek bu konuya da son vermek istiyoruz.

1. Hz. İsa (as) kendisine inanmayanlar tarafından öldürülmek istenince ruh ma’al ceset (ruhu ile birlikte cesedi) Allah’ın huzuruna yükseltilmiştir. Kıyametten hemen önce yeryüzüne inecek, son peygamber Hz. Muhammed’in (sav) getirdiği vahye tâbi olacak ve deccâli öldürüp yeryüzünde adaleti hakim kılacaktır. Ayetler ve hadisler buna inanmayı gerektirir. Zira ayetlerde İsa’nın düşmanlarınca değil ileride Allah tarafından ruhunun kabzedileceği ifade edilmektedir. (Âl-i imrân, 3/55 en-Nisâ, 4/157) İsa’nın ruhunun Allah tarafından kabzedileceğini mâzi sîgasıyla bildiren ayetteki teveffî kavramı (el-Mâide, 5/157) kıyametin kopmasından önce gerçekleşeceği şeklinde kabul edilmelidir. Çünkü konuyla alâkalı diğer ayetlerde Ehl-i kitabın herbirinin Hz. İsa’nın ölümünden önce ona iman edeceği haber verilmiş (en-Nisâ, 4/159) ve İsa’nın bir kıyamet alâmeti olduğu açıklanmıştır. (ez-zuhruf, 43/61) Ehl-i sünnet kelâmcıları ile Selefiyye ve Şîa bu görüştedirler.

2. Hz. İsa düşmanlarınca öldürülmek istendiği anda Allah tarafından tabii bir ölümle vefat ettirilerek ruhen kendi katına yükseltilmiştir. Hz. İsa konusunda Kur’ân’ın açık olan hükmü budur. Bunu destekler mahiyette Mâide suresindeki ayette (el-Mâide 5/117) mâzi sîgası kullanılmıştır. Âl-i imrân suresindeki ayette de (Âl-i imrân 3/55) Hz. İsa’nın ileride öldürüleceği değil onu öldürenin Allah olduğu bildirilmiştir. Ehl-i kitabın İsa’ya iman edeceğine dair ayet de nüzûl-ü İsa ( Hz. İsa’nın yeryüzüne inişi) taraftarlarınca yanlış yorumlanmıştır. Bu ayet Ehl-i kitaptan herbirinin –ki buna yahudilerde dahildir- kendi ölümlerinden önce yani son nefeslerini vereceği anda gerçeği anlayıp Hz. İsa’ya iman edeceğini anlatmaktadır. Hz. İsa’nın kıyamet alâmeti olacağı tarzında anlaşılan ayete de (ez-zuhruf, 43/61) yanlış anlam verilmiştir. Çünkü ayette yer alan ve ayn, lâm ve mîm harflerinden oluşan “alâmet” manasındaki alem şeklinde okunduğu gibi “bilgi” manasındaki ilim şeklinde de okunmuştur. Dolayısıyla ayet kıyametin mutlaka kopacağına dair kesin bilginin bulunduğu ve bundan şüphe edilmemesi gerektiği anlatılmaktadır. Hz. Muhammed (sav) son peygamber olduğuna göre ondan sonra bir başka peygamberin dünyaya yeniden gönderilmesi “hatm-i nübüvvet” ilkesiyle bağdaşmaz. Mu’tezile kelâmcılarının yanı sıra Ahmed Emin, Abdülkerim el-Hatîb, Ebu Reyye ve Muhammed İzzet Derveze gibi çağdaş Sünnî âlimler bu görüştedir.

3. Hz. İsa’nın ölümü ve ahir zamanda dünyaya dönüşüne ilişkin ayetler açık anlamlı olmadığı ve bu konuda pek çok hadis bulunması yönüyle nüzûl-ü İsa olayını bütünüyle reddetmek doğru değildir. Bununla birlikte Hz. İsa ruhlu-bedenli bir varlık olarak ilâhi huzura yükseltilmemiş, tabii ölümle ruhu kabzedilmiştir. Konuyla alâkalı hadisler titizlikle incelendikten sonra te’vil edilmelidir. Bu bağlamda ileriki asırlarda Hz. İsa’nın mânevî şahsiyetinin ortaya çıkıp insanlığa getirdiği barış, sevgi, şefkat ve affetmek gibi değerlerin onu mensupları tarafından uygulanacağını söylemek mümkündür. Muhammed Abduh, M. Reşid Rıza gibi son devir âlimleri bu görüştedir. Halîmî ve Taftâzânî gibi bazı eski kelâmcılar Hz. İsa’nın dönüşüne ilişkin nasları te’vil etmeyi câiz görmüşlerdir.

4. Hz. İsa düşmanlarından kaçarak Hindistan’a yerleşmiş ve orada doğal bir şekilde ölmüştür. Bu sebeple hadislerde âhir zamanda geleceği bildirilen mesih, Hz. İsa olmayıp ona benzeyen Gulâm Ahmet Kâdıyânî’dir.

Hiçbir dînî ve bilimsel dayanağı olmayan dördüncü görüş dikkate alınmadığı takdirde Hz. İsa’nın ölümü ve dünyaya inişine dair görüşlerden ikinci ve üçüncüsü olan Hz. İsa’nın doğal bir ölümle öldüğü, ruhlu-bedenli bir şekilde ilahi huzura yükseltilmediği ve dolayısıyla kıyametten önce dünyaya bir insan olarak inmesinin mümkün olmadığı hususlarında birleştiği görülmektedir. Bu iki görüş arasındaki farkın nedeni Hz. Peygambere atfedilen rivayetlerden kaynaklanmaktadır.

Hz. İsa’nın insanların asli günahını affettirmek için kendini feda ettiği ve Tanrı’nın hükümranlığını kurmak üzere dünyaya yeniden döneceği inancının hıristiyanlara ait bir akide / inanç olduğu bilinmektedir.

Tüm bu maddelerden bizce en isabetli gözükeni İsa’nın şahsiyetinin (şahs-ı mânevîsinin) tüm insanlığa getirdiği şefkat, merhamet, sevgi ve barış gibi değerlerin ahir zamanda yeniden ortaya çıkacak olduğunu söyleyen üçüncü görüştür. Ancak bu konudaki hadislerin muhtevasının tamamı göz önüne alındığında mânevî bir şahsiyetten çok bir kişiden bahsedildiği çok açıktır. Ayrıca Hz. İsa’nın dönüşüne ilişkin Kur’ân’da açık bir delilin olmadığı da bir kere daha hatırlanmalıdır.[73]

Bütün bu ortaya konulanlardan anlaşılacağı gibi İsa’nın tekrar dünyaya dönmesini Kur’ân’ın verileri açısından savunmak mümkün gözükmemektedir. Çünkü “İslâm, kıyamete kadar bâki olan son dindir. Onun güçlenmesine yardım eden, bu uğurda gayret gösteren her müslüman mesihdir, mehdidir. Mesih (mehdi) insanları doğruluğa sevkeden müslüman âlimdir.[74] İnsanlığın huzura kavuşması için aslolan her müslümanın üzerine düşen barış, huzur, diyalog ve sevgi gibi değerlerin yüceltilip yükseltilmesi için

üstün bir gayret göstermesi ve üzerine düşen görevleri hakkıyla yerine getirmesidir. Hz. İsa’nın bir mesih olarak yeniden yeryüzüne dönüşü hakkında daha detaylı ve kaliteli sonuçlar elde etmek için bu konuyla alâkalı tüm hadis literatürünün taranması gerekmektedir. Bununla birlikte tezin hacmi sadece Kur’ân’da mesih kavramına müsait olmasından dolayı yalnızca Kur’ân-ı Kerîm’e bakarak onun dönüşüne ilişkin bir sonuç elde etmek oldukça güç gözükmektedir.




SONUÇ

Bu çalışmamızda ilâhi dinlerin kutsal kitaplarında mesih kavramını ve yeri geldikçe mesih inancını dinî metinler çerçevesinde incelemeye çalıştık. Girişte mesih inancının tarihçesini ve çeşitli dinlerde mesih müjdesini ve beklentisini ele aldık. Bunun hemen ardından ilâhi kitaplarda iniş sırasına göre mesih inancını işledik. Birinci bölümde Eski Ahid’de, ikinci bölümde Yeni Ahid’de ve üçüncü bölümde de Kur’ân-ı Kerîm’de mesih konusunu inceledik. Kutsal metinlerdeki bilgileri ortaya koyduktan sonra konuyla alâkalı Türkçe, Arapça ve İngilizce literatüre başvurduk. Bu bize mesih kelimesine ilişkin bilgi ve değerlendirmeleri daha sistematik ve hızlı toplama imkanı sağladı. Ayrıca bu kaynaklar bize, mesih kelimesinin zaman zaman farklı anlam ve kişileri ifade etme adına kullanıldığını; zaman zaman da mesih kavramı kullanılmaksızın mesihe işaret edildiği bilgisini kazandırdı. Yaptığımız Sinegog ve Kilise ziyaretleriyle elde ettiğimiz bilgileri yazdıklarımızla karşılaştırma imkanı bulduk. Kur’ân bölümü için İslâmî kaynaklara ve tabii Kur’ân’a başvurduk. Müfessirlerin mesih kelimesine yükledikleri anlamlara ayrı ayrı yer vermeye çalıştık.

Dinlerde kurtarıcı mesih ve müjde beklentisinin tarihçesi hakkında kesin bir bilgi vermek olanaksız gibi gözükmektedir. Bununla beraber beklenen kurtarıcının inancı ilk defa Mezopotamya’da ortaya çıktığı, buradan Bâbil ve Mısır’a geçtiği kabul edilmektedir. Mesih inancı, bir dinden çıkıp tüm dinlere yayılmış olsa bile yine de her din bu inancı kendi tarihi, psikolojik ve sosyolojik şartlarına göre yoğurup kendi dininin uyumlu bir parçası haline getirmeyi başarmıştır.

İlâhi dinlerde beklenen kurtarıcı inancı ilk olarak Yahudilikte, ardından da Hıristiyanlıkta görülmektedir. Bir kurtarıcı bekleme inancı dinlerin, özellikle de ilâhi dinlerin kendinden bir sonraki dini veya dinleri etkileme olasığı gözlerden uzak tutulmamalıdır. Çekilen tüm acılar ve dünyanın düzeleceği ve hatta mükemmelleşeceği umudu bu etkiyi fazlasıyla hızlandırmış gözükmektedir.

Eski Ahid’de mesih kelimesi geçmiş kralların bir ünvanı olarak kullanılmışken geleceğin eskatolojik kralı anlamındaki kullanımı oldukça silik gözükmektedir. Eski Ahid’de beklenen kurtarıcı inancı apokaliptik yani kıyamete yönelik değildir. Eski doğu hiçbir eskatolojik (dünya ve hayatın sonu / sonrasına yönelik) kral tanımamıştır. Bununla birlikte tahta çıkan kralların yağlanarak takdis edilme töreni sebebiyle kullanılan bu kelime yahudilerin diaspora / sürgün acılarıyla birleşince bir inanç halini almıştır. Böylece “mesianizm” (mesihçilik / mesih inancı ve beklentisi) Yahudiliğin inanç sistemine girmiş ve ilâhi dinlerde varlığını sürdürmeye başlamıştır.

Yahudilikteki üstün ırk anlayışı o dönemin tek Tanrı inancına sahip tek din olmaları ile paralel algılanmalıdır. Tanrı Yahve ve onun değerli halkı arasında yapılan antlaşmanın bir sonucu olarak onlar yeryüzünde Tanrı Yahve’ye ait bir devlet kuracaklarına inanmışlardır. Bununla birlikte ilk dünya hâkimiyeti fikri semitik değildir. Yahudi din adamları önce metni ortaya koyup anlamını tesbit etme, sonra o metne uygun bir inanç yorumu yapma metodu yerine bunun aksini benimsemişlerdir. Ancak mesih inancı Eski Ahid’in Tanrısı Yahve’nin yeryüzünde çalışan bir iradesi gibidir.

Eski Ahid pasajları üzerine yaptığımız incelemelerden anlaşılacağı gibi kurtarıcı anlamındaki mesih beklentisi birinci derecede önem arzetmez. Eski Ahid’in gelecekle alâkalı ifadeler içeren tüm pasajlarında “millî” özellikler daha ağır basmaktadır.

Eski Ahid’e göre mesih tüm düşmanlarını alt edinceye dek savaşçı, ardından tüm dünyanın huzurla yaşaması için barışçı olacağa benzemektedir. Tüm sürgündeki yahudilerin vaadedilmiş topraklara döneceğine yönelik eski İsrail peygamberlerinin ifadeleri ve mabedin yeniden inşa edilecek oluşuna ilişkin inanç, Yahudilikteki mesih beklentisini dînî olduğu kadar siyasî bir hale de getirmektedir. Ortodoks yahudiler hariç tüm diğer Yahudi grupları mesih beklentisini bir iman kredosu / esası olarak kabul etmemektedir.

Yeni Ahid dönemine girildiğinde artık Tanrı ile insanlık arasında yeni bir antlaşma söz konusudur. Çünkü mesih artık gelmiştir. Kuşkusuz bu kişi Mesih İsa’nın kendisidir.

Yeni Ahid’in İnciller bölümü İsa Mesih’in hayatı, mucizeleri ve acı sonu üzerine vurgu yapmaktadır. İlginç bir şekilde bu vurgu özellikle üç sinoptik İncil’in dışında kalan Yuhanna ve tüm Yeni Ahid mektuplarında yerini İsa’nın rab, Tanrı oğlu, son ilahî mahkemedeki büyük yargıç gibi doğaüstü bir varlığa bırakır. Bu büyük farklılık mesih kelimesine yüklenen çok değişik anlamlardan da anlaşılabilmektedir. Tüm mektuplardaki bu farklı kullanımlarda Pavlus’un güçlü etkisi neredeyse tartışmasız gibidir.

Tanrı, insanlığın kurtuluşu için ezelî ilmiyle büyük bir plan yapmıştır. Bu plan Hıristiyanlığa göre Tanrı’nın büyük kurtuluş planıdır. İsa Mesih’in annesinden doğarak dünyaya geldiği süreçle yakından ilgili olan bu büyük plana göre herşey Tanrı tarafından planlanmıştır. Tanrı, insanlığın kurtuluşu için ezelden beri kendi içinde barınan oğlu İsa’yı yeryüzüne göndermeye karar vermiştir. Bu gönderiş büyük planın ilk adımını oluşturmaktadır. İsa yaşamının tüm evrelerini bu plan için geçirmiştir. Yaşamının çarmıh anında Tanrı onu tüm insanlık için bir kurtuluş fidyesi olarak kabul etmiştir. Çünkü kurban günahlara hiç bulaşmamış, tertemiz bir sunak olmalıdır. Bu özelliklere sahip bir varlık ancak tüm insanlığın kurtuluşu için sunu / kurban olabilirdi. İsa hem babasız olarak dünyaya gelmiş olmasından ötürü tevârüs ve kalıtım yoluyla günahın kendisine geçmediği bir kimsedir hem de kendisi bu plan için Tanrı tarafından hiç günaha bulaştırılmamış olması yönüyle bu özellikleri taşıyan tek kişidir. Böylece Hıristiyanlığa göre Tanrı kabul edilen İsa, tüm insanlığın kurtuluşu için çarmıhlanmış ve böylece tüm insanlık kurtulmuştur.

Hıristiyan inanç esaslarına göre Yeni Ahid’de en güçlü olarak üzerine vurgu yapılan kurtarıcı mesih kavramı işte bu anlamda kullanılmıştır. İsa Mesih yeniden yeryüzüne gelecek ve Tanrı’nın bu büyük planını tamamlayacaktır. İşte o zaman bu büyük kurtuluş planı tam olarak gerçekleşmiş olacaktır. Bununla birlikte İsa’nın bir bedende iki tabiata sahip oluşu yani hem rab hem de insanoğlu oluşu yine mesih kelimesinin farklı bir anlam yüklenerek kullanılmış bir başka formudur. Pavlus’un büyük etkisi ise Yeni Ahid’de mesih kavramına çok farklı anlamlar giydirilmesine neden olmuştur. Yeni Ahid’deki tüm inançlar için bu kelimenin kullanılmış olması Yeni Ahid’de mesih için kullanılan her inancı ayrı olarak ele alınmayı zorunlu kılmıştır. Yeni Ahid’deki inançların neredeyse tamamı mesih kavramı üzerine oturtulmuştur.

Hıristiyanlığa göre Eski Ahid’deki tüm mesianik beklenti İsa Mesih’e işaret etmektedir. Yeni Ahid’de soy kaydının Davud’a kadar çıkması, kurtarıcı ve kral kavramlarının İsa içinde kullanılması, İsa’nın bir kurtarıcı olarak bir sıpa üzerinde Kudüs’e girişi gibi meşhur pasajlar mesih kavramının hıristiyanlara göre çok daha zengin kullanımlarına olanak tanımıştır. Eski Ahid’de mesih kelimesi kullanılmaksızın mesihe işaret ettiği varsayılan tüm pasajlar hıristiyanlarca İsa’ya atfedilmektedir. Bu da beraberinde mesianik beklentinin sadece Yeni Ahid gözönüne alınarak sağlıklı sonuç alınmasına olanak tanımamaktadır.

Kur’ân-ı Kerîm’e göre mesih kavramı sadece İsa’nın bir ismidir. Mesih kelimesi hiçbir yerde diğerinden daha farklı bir anlam yüklenerek kullanılmamıştır. Bununla birlikte İsa’yı mesih olarak kabul eden dünyadaki tek “öteki” din İslâm’dır. Mesih kavramının kullanıldığı tüm ayetlerde ona Yeni Ahid’in yüklediği misyonların temelden reddedilmiş olması ve bu reddedişlerin onun rab, Tanrı’nın oğlu, teslis inancının bir parçası oluşuna ilişkin olması oldukça dikkat çekicidir. Kur’ân’a göre İsa Mesih Allah’ın kulu ve elçisidir. O; annesi gibi bir insan, Allah’tan bir ruh ve kelime’dir. İslâm’a göre Hz. İsa’nın ‘Allah’tan bir ruh ve kelime oluşu’ Allah’ın ona ol! demesi ve Hz. İsa’nın da mucizevî bir şekilde dünyaya gelmesi anlamında kabul edilmiştir. Hz. İsa’nın dünyaya gelişi Kur’ân’a ve İncillere göre neredeyse aynıdır. Ancak bunun sebepleri iki dine göre birbirinden farklı kabul edilmiştir. Ayrıca Hz.İsa, ulû’l azm (beş büyük peygamber) peygamberlerden biridir.

Kurân’a göre Tevrat’ta Yahudi âlimler Hz. Muhammed’in bütün sıfatlarını tesbit etmişlerdir. Onlar Hz. Peygamberi oğullarını tanır gibi tanımaktadırlar. Yine Kur’ân’a göre İsa ise gerçek İncil’inde Hz.Muhammed’i müjdelemiş bir peygamberdir.

Kur’ân’a göre Hz. İsa çarmıha gerilmemiş, dönemin Yahudilerine öyle zannettirilmiştir. İsa, Allah tarafından vefat ettirilmiş ve kendisine yani “Allah’a” yükseltilmiştir. Bu yükselme ifadesi yine Kur’ân’a göre onun ruhunun ve mertebesinin yükseltilmesidir. İsa’nın “göğe” yükselmesi ve yeniden dönüşü inancının İslâm’a girmesinin iki temel sebebi vardır. Bunlardan ilki İslâm’a giren Yahudi ve Hıristiyan müfessirlerin kendi din, inanç ve kültürlerinden beklenen mesih inancını getirmiş olmaları yani israiliyâttır. İkincisi de ayrı ayrı üzerinde çalışma yapılması gerekli hadislerdir. Sanılanın aksine İsa’nın dönüşünü içeren hadislerin çok azı sahih gözükmektedir.

Bilindiği gibi İslâm’da bir şeyin inanç esası olabilmesi ancak ayetle veya mütevâtir hadisle mümkündür. Bu ikisi dışında kalan deliller yakîn / kesin bilgi değil zan ifade ederler. Öte yandan Eski Ahid’de mesih ünvanı bir çok kişi için kullanılmışken, Kur’ân’da ve Yeni Ahid’de bu kelime sadece İsa’ya özel ad olarak verilmiştir. Kutsal metinlerinde mesih kelimesinin en fazla geçtiği din Hıristiyanlık, daha sonra Yahudilik, en son ise İslâm’dır.

Kur’ân’ın verileri açısından Hz. Muhammed (sav) ve ondan önceki peygamberlerin öldüğü açıktır. İsa’nın dönüşü bu açıdan mümkün gözükmemektedir. Ayrıca Kur’ân’a göre Tevrat ve İncil’de müjdelenen ve beklenen tek bir şahsiyet vardır. O da Hz. Muhammed Mustafa’dır, son peygamberdir. Tüm insanlığa gönderilmiştir. Ancak o da Allah’ın kendisine verdiği görevi tamamlamış ve vefat etmiştir. Mesajı ise evrenseldir ve kıyamete kadar geçerlidir. “Kur’ân’a göre” bu açıdan da İsa’nın dönüşü olanaksız kabul edilmelidir. Konuyla alâkalı “hadislere” gelince bu hadislerin tamamı tesbit edilip, sened ve metin bölümleri üzerinde çok ciddi ve titiz bir çalışma yapılması gerekliliği Hz. İsa’nın dönüşüne ilişkin daha sağlıklı sonuçlara varabilmemiz adına zorunlu gözükmektedir. Tezimizin hacmi ancak Kur’ân’da mesih kavramını inceleyebilmemize olanak tanımıştır. Konuyla alâkalı hadisler için ayrı bir çalışma zorunlu gözükmektedir. Mesih’i beklemek ise bir müslümanın görevi değildir.

Unutulmamalı ki Allah gayb hakkında herşeyi bilen, gelecek hakkında ise tek bilendir.


KAYNAKÇA


Abdülbâki, Muhammed Fuad, el- Mu’cemû’l müfehres li el-fâzil Kur’ân, İstanbul 1982.

Adam, Baki, “Yahudiliğin, Hıristiyanlığa ve İslâm’a Bakışı”, Dinler Tarihi Araştırmaları, I, Ankara 1996.

Akdemir, Salih, Hıristiyan Kaynaklara ve Kur’ân-ı Kerîm’e Göre Hz. İsa, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara 1992.

Alıcı, Mustafa, Kitâb-ı Mukaddes ve Kur’ân-ı Kerîm Işığında İslâm-Hıristiyan Diyaloğu, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 2001.

Ana Britannica, “Zedekya” md., İstanbul 1990, XXII, 549.

Ateş, Süleyman, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul 1988, IX.

, Kur’ân Ansiklopedisi, İstanbul 1997, X, XXV.

Aydın, Mehmet, Hıristiyan Kaynaklarına Göre Hıristiyanlık, Ankara 1995.

, “Beşâirü’n-Nübüvve”, Türkiye Diyânet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA), İstanbul 1992, V, 549-550.

Behar, Rabbi Nesim, İbranilerin Öyküsü, İstanbul 2000.

Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail, el-Câmi’us-sahîh, “Büyû”, 102, İstanbul 1992, I-VIII.

, el-Câmi’us-sahîh, “Enbiya”, 49, İstanbul 1992, I-VIII.

, el-Câmi’us-sahîh, “Mezâlim”, 31, İstanbul 1992, I-VIII.

Çelebi, Ahmet, Mukayeseli Dinler Açısından Yahudilik, (Çev. Ahmet M. Büyükçınar - Ö. Faruk Harman), İstanbul 1978.

Çelebi, İlyas, “İsa” md., DİA, İstanbul 2000, XXII, 465-75.

Derveze, Muhammed İzzet, et-Tefsîru’l Hadîs: Nüzûl Sırasına Göre Kur’ân Tefsiri (Çev. Ahmet Çelen - Şaban karataş vd), İstanbul 1997, III.

Doğrul, Ömer Rıza, Asr -ı Saadet, İstanbul 1978.

, Yeryüzündeki Dinler Tarihi, İstanbul 1963.

Ebu Zehre, Muhammed, Hıristiyanlık Üzerine Konferanslar, (Çev. Akif Nuri), İstanbul 1978.

el-Ferâhidî, Ebu Abdurrahman Halil b. Ahmed b. Âmir, Kitâbu’l-Ayn, Beyrut 1993, III.

Eliade, Mircea - Couliano Loan P. (Çev. Ali Erbaş), Dinler Tarihi Sözlüğü, İstanbul 1997.

Emmet, C. W., “Messiah” md., Encyclopedia of Religion and Etics, Edinburg, 1979, VIII, 570-581.

Encyclopedia Americana, “Zerubbabel” md., New York 1968, XXIX, 771.

Esed, Muhammed, Kur’ân Mesajı: Meal Tefsir, (Çev.) Ahmet Ertürk - Çahit Koytak, İstanbul 1996, I.

Garvie, Alfred E., Encyclopedia of Religion and Ethics, “Christianity” md., Edinburg 1979, III, 579-600.

Ginsberg, Harold Louis, “Messiah” md., Encyclopedia Judaica, Jerusalem 1972-1978, XI, 1407-1417.

Grant, F. C., “Jesus Christ” md., Interpreter’s the Dictionary of the Bible, Nashville 1988, II, 869-896.

Han, Zaferu’l İslâm, Yahudilik’te Talmud’un Mevkii ve Prensipleri, (Çev. Mehmet Aydın), İstanbul 1981.

Harman, Ömer Faruk, “İncil” md., DİA, İstanbul 2000, XXII, 270-6.

, “İsa” md., DİA, İstanbul 2000, XXII, 465-75.

İbn Hanbel, Ahmed, Müsned, İstanbul l992, I-VI.

İbn Kesir, Ebu’l Fidâ İmamüddîn İsmail b. Ömer İbn Kesir, Tefsiru’l Kur’âni’l azîm (Hadislerle Kur’ân-ı Kerîm Tefsiri), (Çev.) Bekir Karlığa- Bedrettin Çetiner, İstanbul 1993, III, IV, VI, XIV.

İbn Manzûr, Ebu’l Fazl Muhammed, “m-s-h” md., Lisân’ul-Arab, Beyrut (t.y), II, 593-8.

Jacob, P. Xavier, Lannitto, P. Luigi, Hıdıroğlu, Nilay, (trc. Leyla Alberti) , Hıristiyan İnancı, İstanbul 1994.

Jenni, E., “Messiah Jewish”, Interpreter’s the Dictionary of the Bible, Nashville 1988, III, 360-5.

Johnson, Paul, (trc Filiz Orman), Yahudi Tarihi, İstanbul 2000.

Johnson, S. E., “Christ”, Interpreter’s the Dictionary of the Bible, Nashville 1988, I, 563-571.

Kırbaşoğlu, M. Hayri “Hz. İsa’yı (a.s) Gökten İndiren Hadislerin Tenkidi, İslâmiyât 2000, III., sayı 4, s. 147-168.


Kutluay, Yaşar, İslâm ve Yahudi Mezhepleri, İstanbul 2001.

Kutsal Kitap, İstanbul 2001.

Kuzu, Selman, Mehdi – Deccâl – Mesih , İstanbul 2001.

Madrigal, Carlos, Kıyamet Günü, İstanbul 2000.

Mcdonald, William, (Çev. Filiz Akyüz), Kutsal Kitap Yorumu, İstanbul 2000, I.

Mcdonald, William, (Çev. Filiz Akyüz), Kutsal Kitap Yorumu, İstanbul 2002, II.

Meydan Larrousse, “Mesihçilik” md., İstanbul 1978, VIII, 657.

Müslim, Sahîh-i Müslim, “İman”, 242-247, İstanbul 1992, I-III.

, Sahîh-i Müslim, “Hac”, 216, İstanbul 1992, I-III.

, Sahîh-i Müslim, “Fiten”, 34-39,110, İstanbul 1992, I-III.

Oğuz, Burhan, Türk ve Yahudi Kültürlerine Mukayeseli Bir Bakış, İstanbul 1992, I.

Örs, Hayrullah, Musa ve Yahudilik, İstanbul 1966.

Pamir, Dominik (Çev), Katolik Kilisesi Din ve Ahlâk İlkeleri, İstanbul 2000.

Râzî, Fahreddin, Mefâtihu’l Gayb (Çev. Suat Yıldırım vd.), Ankara 1991, XXI.

Rıza, Muhammed Reşit, Tefsîrü’l-Menâr, (yy) 1954, III.

Sarıkçıoğlu, Ekrem, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Isparta 1999.

, Dinlerde Mehdi Tasavvuru, Samsun 1997.

Sarıtoprak, Zeki, İslâm İnançları Açısından Nüzûl-i İsa, İzmir 1997.

, İslâm’a ve Diğer Dinlere Göre Deccâl, İstanbul 1992.

Strong, James, “Christ”, The New Strong’s Exhaustive Concordance of the Bible, Nashville 1990.

, “Expected”, md., The New Strong’s Exhaustive Concordance of the Bible, Nashville 1990.

, “David”, md., The New Strong’s Exhaustive Concordance of the Bible, Nashville 1990.

, “Jehovah” md., The New Strong’s Exhaustive Concordance of the Bible, Nashville 1990.

, “Jesus” md., The New Strong’s Exhaustive Concordance of the Bible, Nashville 1990.

, “King”, md., The New Strong’s Exhaustive Concordance of the Bible, Nashville 1990.

, “Kingdom”, md., The New Strong’s Exhaustive Concordance of the Bible, Nashville 1990.

, “Lord”, md., The New Strong’s Exhaustive Concordance of the Bible, Nashville 1990.

, “Messiah, Messias”, md., The New Strong’s Exhaustive Concordance of the Bible, Nashville 1990.

, “Salomo”, md., The New Strong’s Exhaustive Concordance of the Bible, Nashville 1990.

, “Son”, md., The New Strong’s Exhaustive Concordance of the Bible, Nashville 1990.

Taberî, Ebû Câfer İbn Cerîr Muhammed Yezîd, Câmi’ul-beyân fî tefsîri’l Kur’ân, (Çev. Kerim Aytekim-Hasan Karakaya), İstanbul 1996, II, III, VIII.

Tanyu, Hikmet, “Ağlama Duvarı” md., DİA, İstanbul 1988, I, 474-475.

Tirmizi, Ebû İsa Muhammed b. İsa b. Sevra, Sünen-i Tirmizî, “Fiten”, 21, 54, 59, İstanbul 1992, I-V.

Tümer, Günay, Hıristiyanlıkta ve İslâm’da Hz. Meryem, Ankara 1996.

Tümer Günay - Küçük Abdurrahman, Dinler Tarihi, Ankara 1997.

Türkiye Haham Başılığı Yayınları, İbrani Din Bilgisi, İstanbul 1992.

Türkiye Haham Başılığı Yayınları, İbrani Tarihi, Kitab-ı Mukaddesten Özetler, İstanbul 1964.

Ünal, Mehmet “Tefsir Kaynaklarına Göre Hz. İsa Ref’i ve Nüzûl-i Meselesi”, İslâmiyât 2000.

Wensinck, A.J. “Mesih” md., İslâm Ansiklopedisi (İA), (MEB), İstanbul 1979, VIII, 124.

Werblowsky, R.J. Zwi Encyclopedia Judaica, “Christianity” md., Jarusalem 1972-1978, V, 505-515.

Yavuz, Hilmi (Editör), “Musevilik”, Dinler Tarihi Ansiklopedisi, İstanbul 1976.

Yavuz, Yusuf Şevki, “Haber-i Vâhid” md., DİA, İstanbul 1996, XIV, 349-363.

Yazır, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul 1935-1939, I, III, VI.

[1] Muhammed Reşit Rıza, Tefsîru’l-Menâr, (y.y) 1954, III, 305. [2] A. J. Wensinck, “Messiah” md., İslâm Ansiklopedisi (İA), (MEB), İstanbul 1979, VIII, 124. [3] Zeki Sarıtoprak, İslâm’a ve Diğer Dinlere Göre Deccâl, İstanbul 1992, s. 19. [4] en-Nisâ, 4/172; el-Maide, 5/72. [5] el- Maide, 5/17, 72, 75; el-Maide, 5/72, et-Tevbe, 9/31. [6] Âli İmrân, 3/45; en-Nisâ, 4/157, 171. [7] Kur’ân-ı Kerîm’deki bütün “mesih” kelimeleri için Bkz. Muhammed Fuad Abdulbâki, el-Mu’cemû’l müfehres, İstanbul 1982, s. 666. [8] Zeki Sarıtoprak, İslâm’a ve Diğer Dinlere Göre Deccâl, s. 20. [9] A. J. Wensinck, “Mesih” md., İslâm Ansiklopedisi, (MEB), VIII, 124. [10] Kur’ân-ı Kerîm’deki bütün “İsa” kelimeleri için Bkz. Muhammed Fuad Abdulbâki, a.e., s. 494-495. [11] Ömer Faruk Harman, “İsa” md., Diyanet İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 2000, XXII, 466. [12] Bkz. Mustafa Alıcı, Kitâb-ı Mukaddes ve Kur’ân-ı Kerîm Işığında İslâm-Hıristiyan Diyaloğu, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 2001, s. 121. [13] et-Tevbe, 9/30-1. [14] Bkz. Âl-i İmrân, 3/59. [15] Meryem, 19/21. [16] es-Sâf, 61/6. [17] Âl-i İmrân, 3/52. [18] Bkz. Âl-i İmrân, 3/54. [19] en-Nisâ, 4/157-8. [20] Bkz. Mehmet Ünal, “Tefsir Kaynaklarına Göre Hz. İsa Ref’i ve Nüzûl-ü Meselesi”, İslâmiyât 2000, III., sayı 4, s. 133-146. [21] Ebu Cafer İbn Cerîr Muhammed Yezid Taberî, Câmi’ul Beyân fî Tefsîru’l Kur’ân, (Taberî Tefsiri) (Çev.) Kerim Aytekim - Hasan Karakaya, İstanbul 1996, II, 263. [22] Taberî, a.g.e., III, 177-8. [23] Muhammed Esed, Kur’ân Mesajı: Meal Tefsir, (Çev.) Ahmet Ertürk - Cahit Koytak, İstanbul 1996, I, s. 97. [24] Bkz. 1. Samuel, 9:10; 15:1. [25] Muhammed İzzet Derveze, et-Tefsîru’l Hadîs: Nüzûl Sırasına Göre Kur’an Tefsiri (Çev. Ahmet Çelen - Şaban karataş vd), İstanbul 1997, III, 381. [26] Mehmet Aydın, “Beşâirü’n-Nübüvve”, DİA, İstanbul 1992, V, 549. [27] eş-Şuarâ, 26/196; Ayrıca Bkz. A’raf, 7/157. [28] en-Nisâ, 4/162; el-En’âm, 6/114; er-Râ’d, 13/36; el-İsrâ/107-108; el-Kasas, 28/52-53; el-Ahkâf, 46/10. [29] Süleyman Ateş, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul 1988, IX, 415. [30] Ebu’l Fidâ İmamüddin İsmail b. Ömer İbn Kesir, Tefsiru’l Kur’âni’l azîm (Hadislerle Kur’ân-ı Kerîm Tefsiri), (Çev.) Bekir Karlığa- Bedrettin Çetiner, İstanbul 1993, III, 619. [31] Taberi, a.g.e., III, 476. [32] Fahreddin Râzî, Tefsir-i Kebîr (Mefâtihu’l Gayb) (Çev.) Suat Yıldırım vd., Ankara 1991, XXI, 460. [33] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul 1935-1939, III, 2298-9; AyrıcaBkz. İbn Kesir, a.g.e.,VI, 3096. [34] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, a.g.e., I, 437. [35] es-Sâf, 61/6. [36] el-Â’râf, 7/157. [37] el-Mâide, 5/14-15; Ayrıca Bkz. Ömer Faruk Harman, “İncil” md., DİA, XXII, 275-76; Mehmet Aydın, “Beşâirü’n- Nübüvve” md., DİA, V, 550. [38] Ömer Faruk Harman, “İncil” md., DİA, XXII, 275. [39] er-Râzî, a.g.e., XXI, 461. [40] Taberî, a.g.e., VIII, 275; Ayrıca bu hadis için Bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, İstanbul l992, IV, 127; Ayrıca benzer rivayet için Bkz. s. 128. [41] Taberî, a.g.e., VIII, 277; Ahmed b. Hanbel, a.g.e.; Ayrıca bu hadis için Bkz. Ahmed b. Hanbel, I, s. 461. [42] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, a.g.e.,VI, 4929. [43] Süleyman Ateş, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, IX, 416. [44] İbn Kesir, a.g.e., XIV, 7868. [45] İbn Kesir, a.g.e., IV, 1291. [46] el-Ahzâb, 33/40. [47] Mehmet Aydın, “Beşâirü’n-Nübüvve”, DİA, V, 550. [48] Bkz. el-Mâide, 5/83-84. [49] Meryem, 19/33 [50] İlyas Çelebi, “İsa” md., DİA, XXII, 472. [51] Ömer Faruk Harman, “İsa” md., DİA, XXII, 470. [52] Süleyman Ateş, Kur’ân Ansiklopedisi, İstanbul 1997, X, 192. [53] en-Nisâ, 4/157. [54] Süleyman Ateş, Kur’ân Ansiklopedisi, X, 198-9; Ayrıca Bkz. XXV, 531. [55] Ömer Faruk Harman, “İsa” md., DİA, XXII, 470. [56] Süleyman Ateş, Kur’ân Ansiklopedisi, X, 192. [57] Âl-i İmrân, 3/55. [58] Süleyman Ateş, Kur’ân Ansiklopedisi, X, 205. [59] İlyas Çelebi, “İsa” md., DİA, XXII, 472. [60] Muhammed Reşit Rıza, Tefsîrû’l-Menâr, (yy) 1954, III, 316-317; Süleyman Ateş, Kur’ân Ansiklopedisi, X, 206; İlyas Çelebi, “İsa”, DİA, XXII, 472. [61] Tâhâ, 45/55. [62] Süleyman Ateş, Kur’ân Ansiklopedisi, X, 207. [63] İlyas Çelebi, “İsa” md., DİA, XXII, 472. [64] Süleyman Ateş, Kur’ân Ansiklopedisi, X, 207. [65] Bu hadis ve benzeri rivayetler için Bkz. Buhârî, el-Câmi’us-sahîh, “Büyû”, 102; “Mezâlim” 31; “Enbiyâ”, 49, İstanbul 1992; Müslim, Sahîh-i Müslim, “İman”, 242-3,İstanbul 1992; Tirmizi, Sünen-i Tirmizî, “Fiten”, 54, İstanbul 1992; Ayrıca Hz. İsa’nın yeryüzüne ineceğine dair başka hadisler için Bkz. Müslim, Sahîh-i Müslim, “İman”, 244-7, “Hac”, 216; “Fiten”, 34, 39, 110; Tirmizi, Sünen-i Tirmizî, “Fiten”, 21, 59. [66] İlyas Çelebi, “İsa” md., DİA, XXII, 472. [67] Sünnî İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğu mütevâtir haber derecesine ulaşmayan âhad haberlerin (haber-i vâhid) itikâdî konularda yakîn değil zan ifade etmelerinden dolayı delil olamayacağı görüşündedir. Bkz. Yusuf Şevki Yavuz, “Haber-i Vâhid” md., DİA, İstanbul 1996, XIV, 353-55. [68] Bkz. M. Hayri Kırbaşoğlu, “Hz. İsa’yı (as) Gökten İndiren Hadislerin Tenkidi, İslâmiyât 2000, III., sayı 4, s. 147-168. [69] İlyas Çelebi, “İsa” md., DİA, XXII, 472-3. [70] Süleyman Ateş, Kur’ân Ansiklopedisi, X, 218. [71] el-Mâide, 5/46. [72] el-Ahzâb, 33/40, Ayrıca Bkz. Mehmet Aydın, “Beşâirü’n-Nübüvve”, DİA, V, 550. [73] İlyas Çelebi, “İsa” md., DİA, XXII, 472-3. [74] Süleyman Ateş, Kur’ân Ansiklopedisi, X, 220.

Comments


bottom of page